Kaldı Klasik Rota (Kocadölek, Parmakkaya vadisi, Avcıbeli Geçidi, Yoncalıtaş, Kaldıbaşı, Kaldı)
1 1. Gün : 14.30 Kocadölek'den çıkış, 17.00 Avcıbeli Geçidi'nin altındaki kayalık bivak alanı
2 2. Gün: 03.00’de hareket, 04.45 Avcıbeli, 07.00 Kaldıbaşı, 10.30 Kaldı Zirve, 13.00 Futbol Sahası, 16.30 Bivak alanı, 17.30 Kocadölek
Teknik malzeme: 60 metre ip, HMS, ATC, kilitli ve kilitsiz karabinler, 15 metre açık perlon, muhtelif sayıda kapalı perlon, pursikler, emniyet kemeri, kask,
1.Gün:
Bir önceki gün Güzeller Dağı’nın verdiği yorgunluk ve erken kalkmayacak olmamızın verdiği rahatlıkla saat 7.30 – 8.00’e kadar tulumlardan çıkmadık, birçok kez uyanmış olsak da adeta bir Pazar günü keyfi sürdük. (Bir çok kez uyanmamızın nedeni ise yan çadırda sürekli gülen ve gürültülü bir şekilde sohbet eden komşularımızdı aslında.. Nezaket kurallarından bihaberdi sanırım kendileri.)
Güzel bir gün ve açık bir hava ile uyandık ve mükellef bir kahvaltı yaptık. Bugün öğleden sonra 14.00 gibi zirve ve bivak yükümüz ile yola çıkarak, Avcıbeli tepesine kamp atmaktı hedefimiz. O saate kadar dinlendik, muhabbetin dibine vurduk. En büyük sıkıntımız cehennem sıcağında yanan çadırlarımızın içinde duramamak ve aksi gibi dışarı çıktığımızda da ne bir ağaç ne bir kaya gölgesi bulamamaktı. Her iki türlü de kavruluyorduk. İşte bir Aladağlar gerçeği! Neyse ki kamp alanının yakınında irice bir kaya bulduk ve cılız gölgesine tünedik (ne yazık ki dibinde ateş yakılmış ve çöp olarak kullanılmış kayanın altı. Ancak küçük bir bölümünde oturulabiliyor ve güneşe göre sürekli yer değiştirmeniz gerekiyor :) ).
Yürüyüşe başlamadan önce öğle yemeğinde makarnamızı yedik, bu arada içme suyumuz neredeyse tükenmişti. Kişi başı ancak 1,50 litre kadar suyu paylaştık. Biraz da kamptaki dağ suyundan aldık her ihtimale karşı. İyi ki kampa su taşımışız diye düşündük. Çünkü çobanın yukarıdan çektiği su hem koyunların yalağının içine akıyor (ucu temiz değil) hem de inanılmaz derecede hortum plastiği kokulu idi ve kaynatmadan içmek oldukça güçtü. Sadece yemekte ve çayda kullandık dağ suyunu.
Öğle yemeğinden sonra 14:30 gibi, bugün ve yarın kullanacağımız malzemeleri yüklenerek fazla malzeme ve yiyeceği çadırlarımızda bırakıp Parmakkaya’ya doğru yürüyüşe geçtik. Hava gerçekten çok sıcaktı. Akşampınarı mevkiinde de su aradık ki her zaman burada su olurdu. Ancak bu sefer yoktu, hortumların ucu kupkuruydu. Suyumuzu idareli kullanmaya çalışarak yükseldik.
Avcıbeli’ ne doğru yaklaştığımızda bir önceki gün bizim gibi bivak yükleriyle aynı vadiye giden ve Kaldı ’yı deneyeceklerini bildiğimiz biri yabancı iki kişi ile karşılaştık. Zirveyi yapmışlardı, ama gerçekten halleri perişan görünüyordu. Saat 17.00’e geliyordu. Onlar faaliyete gece 03.00’te başladıklarını ve ancak buraya ulaştıklarını söylediler. Ayrıca sırtın insanı devirecek derecede rüzgarlı olduğunu, hatta Yoncalıtaş altında 1 saat kadar rüzgarın azalmasını beklediklerini ilettiler. Bu kısa konuşmanın ve karşımızda duran sıcaktan kavrulmuş ve bir o kadar perişan suratların etkisiyle hemen planımızı revize ettik. Bivağı Avcıbeli’ne değil altındaki kayalık alana atacak ve gece de 03.00’te (1 saat erken) harekete başlayacaktık.
Karşımızda Avcıbeli'ni ve dik çıkışını görüyorduk. Çıkışa başlamadan önce, patikanın sol alt tarafında kocaman kayaların olduğu bir alan bivak alanı olarak kullanılıyor. En uygun bivak yerlerini seçip konforlu bir gece için duvar örme gibi ufak tefek inşaat ve tadilat işlerinden sonra 19.00 gibi bivaklarımıza girdik. Havada yağış yoktu ama gece boyunca rüzgâr durmadı. Rüzgârla sallanan ve hışırdayan bivaklarımızın gürültüsüyle uyur uyanık bir gece geçirdik.
2.Gün:
Gece planlandığı gibi 02.30’da kalktık, üzerimizi giydikten sonra çantalarımızı toplayıp yürüyüş moduna geçtik. Sabah geç kalktığımız için uykuya dalmak zor olmuştu açıkçası. Rüzgarın sesi de uyumayı zorlaştırıyordu. Yine de kolayca uyandık.
Zirvede işimize yaramayacak bivak, uyku tulumu, mat gibi fazlalıklarımızı bir kaya kovuğuna istifleyip dönüşte almak için bıraktık. Gecenin karanlığında, 03.00’te yürüyüşe başladık ve zifiri karanlıkta Avcıbeli’ne doğru yükselmeye başladık. Aslında biz geçidin hemen altında bivak attığımızı düşünürken Avcıbeli Geçidi'ne ulaşmamız 1,5 saat kadar sürdü. Bu arada hava henüz aydınlanmamıştı.
Avcıbeli Geçidi'ndeki sırta geldiğimizde bir önceki gün karşılaştığımız arkadaşların bahsettiği şiddetli rüzgârla yüz yüze geldik. Kısa bir molanın ardından solumuzda kalan Avcıbeli Tepe’sine doğru giden sırt hattından hafif yukarıya doğru yolumuza devam ettik, bu arada gün ağarıyor ancak rüzgâr daha da şiddetleniyordu.
Bu sırtta hoş bir sabah sürprizi ile karşılaştık. Bir grup keçi evet bir grup keçi şiddetli rüzgarda bir araya toplanmış bize bakıyordu. Keçinin dağcıya baktığı gibi boş gözlerle bizi süzdüler:)
Artan rüzgârla beraber sırtta düşe kalka ilerlemeye çalışıyorduk. Özellikle Yoncalıtaş’tan önceki sırt hattında ayakta bile durmak güçleşmişti. Güç bela Kaldıbaşı ’na inen kaya setini aşarak çarşak alana indik burada rüzgâr biraz hafiflemişti, üşüyen vücudumuz biraz olsun ısıtıp ve bir şeyler atıştırdıktan sonra Kaldıbaşı’na doğru giden çarşak üzerinden yükselmeye devam ettik.
Raporlara göre kale suru gibi uzanan kaya duvarlarının en solundaki yarıktan yükselmemiz gerekiyordu, gerçekten de renkli basım aldığımız fotoğrafta işaretlenmiş olduğu gibi aynı bacayı bulduk. Bazı raporlarda burada ip açıldığı yazıyordu ancak basamaklı kaya setinden III-IV derece tırmanışlarla çok da zorlanmadan yükseldik ve Kaldıbaşı ’ndan futbol sahasına uzanan geçide ulaştık.
Buradan Kaldı’yı ilk defa tüm azametiyle gördük. Birçok ekip buradan geri dönüyormuş neden acaba diyorduk, buraya kadar yol oldukça uzun ve yıpratıcı, Kaldıbaşı ’nı da tırmanıp Kaldı ’yı görünce insan “buraya mı çıkacağım” diyor, hem oldukça dik ve korkunç görünüyor hem de daha çok yol olduğunu hissediyorsun sanırım psikolojik olarak insanları burada çökertiyor, direncini kırıyor. Neyse ki biz başımıza geleceği önceden bildiğimiz ve hazırlıklı olduğumuz için motivasyonumuzda herhangi bir azalma olmadı ama Kaldıbaşı’ndan Kaldı’yı ilk gördüğümüzde dağın muazzam görüntüsü karşısında dilimiz tutulmadı desek yalan olur.
Kaldıbaşı’ndan futbol sahasına doğru alçalıp uygun bir yerde son zirve atağı öncesi dinlenmek, güç toplamak ve bir şeyler atıştırmak için mola verdik. Burada çantamızdaki fazla eşyaları, fazla su ve sandviçlerimizi bırakarak futbol sahasına yürümeye başladık. Futbol sahası gerçekten adına yaraşır bir şekilde kaya bloklarının ve yüksek dağ sivrilerinin arasında kalmış oldukça geniş ve dümdüz bir alan. Gerçek manada çift kale maç yapılabilir :)
Kısa bir süre sonra bu düz alan hafif bir eğim kazanmaya daha sonra da tamamen dikleşmeye başladı. Dik çarşak alanda yükseldik. Kısa bir süre sonra çarşak azaldı ve kaya etapları başladı, III derece civarındaki bu etaplardan da çok sola kaymadan genelde girdiğimiz çarşak istikametine sadık kalarak geçtikten sonra nispeten daha düz -en azından rahatça ayakta durulabilecek kadar- bir alana geldik, buradan ne tarafa yükseleceğimiz konusunda çok net bilgimiz yoktu.
Elimizdeki raporlardaki fotoğraflarda da net değildi. Kısa bir muhakeme yaptıktan sonra arka taraftan güneş ışığının geçtiği bir noktayı gözümüze kestirdik ve o tarafa yükselmeye başladık. Bir süre sonra dağın arka yüzünü görebildiğimiz küçük balkonumsu geçide ulaştık. Buradan sağa sola ve geriye baktığımızda fotoğraflarda gördüğümüz tanıdık görüntülerle karşılaştık ve doğru yere çıktığımıza emin olduk. İşte sağ tarafımızda Sivritaş ve Taştepe, solumuzda Kaldı’nın son yükseltisi ve kılçığı.
Gerçi neresinin o meşhur kılçık olduğu konusunda tereddüte düştük. Yine elimizdeki fotoğraf ve raporlardan nasıl bir yol izleyeceğimiz anlaşılmıyordu. Ancak birkaç raporda dağın arka tarafından yan geçiş yapıldığını okumuştuk. Bu nedenle biz de dağın doğu yüzünden kuzey istikametine doğru yan geçmeye başladık. Yan geçiş oldukça uzun görünüyordu ve sağ altımızdaki müthiş boşluk hissini yaşamamak ve metrelerce uçurumu görmemek adına yüzümüz kayaya doğru geçmeye başladık. Küçük bir sete geldiğimizde (Güzeller’in de etkisiyle) riske girmemek için ip açmaya karar verdik.
Perlonla küçük bir istasyon kurduk, istasyondan emniyetini aldığım Mesut yan geçişle riski az olan bölgeye ulaştı ve Neslihan ile Selda bu hattan pursik geçişi ile geçtiler. Sonra da ben Mesut’un emniyetinde istasyonu toplayıp yanlarına ulaştım. Selda buradan öteye devam etmeyeceğini söyledi ve onu perlonla kurduğumuz bir istasyonda emniyette bıraktık.
Buradan yan geçişe mi devam edecektik yoksa sola yukarı mı tırmanacaktık karar veremedik. Derken Mesut yukarı çıkan uygun bir yer buldu ve tekrar yükselmeye başladık, ip açmadan yükseldik ve son zirve sırtından önceki alana ulaştık, burasının zemini çarşak ve oynak her harekette bir kaya aşağıya uçuyor. Bu kısımdan yine serbest olarak sol taraftaki büyükçe slab kayanın üzerinden tırmanarak en tepeye ulaştık.
Burada sanki fabrikada kesilmiş izlenimi veren pürüzsüz küp şeklinde bir kaya ve kayaya bağlı iple oluşturulmuş sabit bir istasyon var; kendimizi hemen burada emniyete aldık. Ancak sağa sola baktığımızda aslında buranın zirve olmadığını zirveye giden son bir geçiş daha olduğunu gördük. Bu geçiş aslında tüm rotanın bence en sakat ve boşluklu geçişiydi. Sağı solu uçurum olan, çok ince taşlık bir kılçıktan geçildikten sonra esas zirveye ulaştık.
Zirve defterini imzalayıp, klasik fotoğraflarımızı çektikten sonra dönüş yoluna düştük. İniş için bu küp şeklinde kayaya bağlı istasyondan ip inişi yapmaya karar verdik. Çift ip inişi ile öncelikle ben inebildiğim kadar aşağıya indim. 30 metre çift ip inişi ile çıkarken tırmandığımız slab kaya ve taş düşen çarşak zemine kadar inebildik. Sırayla buradan indikten sonra en son Mesut indi ve yanımıza geldi. Her şey yolunda gibiydi ve ipi toplamak için asıldık, asıldıkça asıldık boşluğunu aldık dalga verdik, salladık çektik bir türlü olmadı. İp sıkışmıştı ve gelmiyordu. Birkaç sonuçsuz çabalamadan sonra Mesut iple indiğimiz bu 30 metrelik kısmı tekrar zirveye kadar tırmandı ve ipi kurtardı, bu kez zirvedeki kayaya bağlı istasyondan değil hemen aşağısında iniş yönüne doğru sağ tarafta kalan sikkeden emniyet alarak aşağı indi. Bu arada ben iniş yolu için alternatif güzergâhlar arıyordum. Çünkü çıkarken dağın arka yüzünden yan geçmiş ve gözümüze kestirdiğimiz bir yerden yukarı yükselmiştik. O hep anlatılan kılçık geçişi veya insanların ata biner gibi fotoğraflarının olduğu bir yerden geçmemiştik.
Derken çıkarken sağından tırmandığımız slab kaya yüzeyinin tam ters tarafında kolay bir iniş gözüme çarptı ve buradan inme teklifinde bulundum. İp açmadan iniş yaptık ve dağın futbol sahası yüzünden gayet geniş yürünecek bir yoldan yan geçtik (sonradan anladık ki meğerse gerçek rota bu şekilde ilerliyormuş). Kolay yan geçiş bitince bir kılçığa geldik; işte sanırım meşhur kılçık bu! Ancak bir sorunumuz vardı buradan devam edemedik çünkü Selda altımızda bir yerlerde bir babadan alınan perlon emniyetinde bizi bekliyordu. (Selda’dan not: 2 saat bir daşa bağlı olarak hiçbir yere kıpırdayamamak, sadece arada etraftaki otlara konan arıları görmek ve de uçan kuşlara el sallamak sanıldığı kadar sıkıcı değildi !!! J Yukarıdan bir yerden seslerini duyduğumda da sanıldığı kadar mutlu olmadım tabii J) Bir şekilde onun yanına inmeliydik. Sesle iletişime geçtiğimizde neyse ki Selda’nın hemen altımızdaki sette olduğunu gördük ve sıkıntılı bir çarşak bacasından sırayla yanına indik.
Kırmızı yuvarlak, kulvardan çıkış noktası.. Kırmızı çizgi ve beyaz oklar ise tekrar dağın öbür yüzüne geçişi gösteriyor. (İlk beyaz okun olduğu yerde büyükçe bir oyuk var. Ondan biraz sonra yukarıya çıkıp arkadaki patikayı bulmak gerekiyor. Yan geçiş kısa olmalı.)
Aynen buraya geldiğimiz gibi emniyetli bir yan geçiş için ip hattı kurduk ve sorunsuz olarak dağın arkasına ilk çıktığımız kapı ve küçük balkona ulaştık. Buradan da ip açma gereği duymadan çarşak/kaya karışımı geçişlerle çıktığımız rotayı takip ederek en son dik çarşak alana kadar alçaldık oradan da hızlı bir çarşak inişi ile futbol sahasına indik.
Kaldıbaşı'nın eteğinde bıraktığımız fazla su ve sandviçlerimizin yanına geldiğimizde etrafta streç filmlerin uçuştuğunu ve sandviçlerin yerinde yeller estiğini gördük. Sandviçlerimize saldırı düzenlenmişti :) Yemeğimizi kimin ya da neyin yediğine dair hiç bir fikrimiz yok :) Kalan malzemeleri toparlayıp biraz bisküvi atıştırıp geldiğimiz rotayı takip ederek dönüşe geçtik.
Yoncalıtaş civarlarına geldiğimizde soldan devam eden çıktığımız rotanın haricinde direkt aşağıya inden dik bir parkur gördük, burada da babalar vardı. Bir süre inceleyip nereye çıkacağını tahmin etmeye çalıştık. Kafamıza da yattığı için direkt buradan inişe geçtik, çarşak-kaya karışımı bu dik yamaçtan alçaldık. Yaklaşık 1 saat sonra neredeyse bivak alanımıza inmiştik.
Bu şekilde Avcıbeli geçidini, Avcıbeli tepesini ve oraya ulaşan uzun sırt rotasını atlamış ve dönüşü oldukça kısaltmıştık (1-1,5 saat kadar). Burası sanırım bazı raporlarda geçen kestirme yoldu. Gerçi buradan çıkış olduğunu yazan bazı raporlar da okumuştuk ama bize sanki bu dik çarşaktan çıkılamaz gibi geldi. Bivak alanına ulaştığımızda kaya dibine bıraktığımız fazla eşyalarımızı toparlayıp kalan azıcık suyumuzla beraber Kocadölek kamp alanına çadırlarımıza doğru koşar adım inişe geçtik. Neredeyse hiç mola vermeden 1.5 saatte çadırlarımıza ulaştık, planımız bugün hemen aracımız ile dönüş yoluna geçmek, bu şekilde yarın yine olacak olan bayram dönüş trafiğine yakalanmadan evlerimize ulaşabilmekti. Saat oldukça geç olmasına rağmen çadırlarımızı toplayıp tempolu bir yürüyüşle Emli ormanı aştık ve 19.00 gibi daha önce sözleştiğimiz şekilde Mehmet abi ile buluşup Sarımehmetler kamp alanına indik hava kararmaya yakın aracımıza ulaşıp dönüş yoluna geçtik.
Comments