Önder
Manzaraya niyet, fırtınaya kısmet. Huayna Potosi (6.088 m) / Bolivya
2 Aya yakın kaldığımız Peru’dan ayrılıp Latin Amerika seyahatimizin 11. Ülkesi olan Bolivya’ya geçtik. Güney Amerika’nın en büyük ve en ünlü gölü olan, Inkalar’ın da doğduğu yer olan Titicaca Gölü çevresinde birkaç gün geçirdikten sonra otobüs-feribot yolculuğu ile başkent La Paz’a geldik.
La Paz 3.650 m civarında kurulu bir büyük şehir. Hatta İspanyolca “yüksek” anlamına gelen ve vadinin tepesine kurulu El Alto şehri ile birleşmiş. El Alto’da irtifa 4.100 metrelere kadar çıkıyor. La Paz 3.650 m civarında diyorum ama aslında çok eğimli bir vadi üzerinde kurulduğundan, şehrin yüksekliği 3.400 ile 3.900 metreler arası değişiyor. Vadinin üst kısımlarından yani yüksek irtifadan vadinin içerisine doğru inildiğinde gelir seviyesi artıyor. Yani zenginler aşağılarda, daha fakirler yukarılarda yaşıyor. La Paz Dünya’nın en yüksek başkenti olarak bilinse de işin aslı biraz farklı. Bir kere bilinenin aksine La Paz başkent değil. Bolivya’nın resmi başkenti güneydoğudaki Sucre şehri. Fakat resmi olmasa da tüm devlet kurumları, bakanlıklar, hükumet, meclis v.s. hepsi La Paz’da. Yani Bolivya’nın resmi başkenti Sucre ama idari başkenti La Paz. Bu da resmi olarak Dünya’nın en yüksek başkentini Ekvador’un başkenti Quito yapıyor. Bu gereksiz bilgiyi de vermiş olalım :).

La Paz, klasik bir Latin Amerika şehri görüntüsünde ama herhalde şimdiye kadar gördüğümüz en kötü, en sevimsiz şehirlerden biri. En tehlikelisi değil belki ama kesinlikle en çirkini. Buraya neden böyle büyük bir şehir kurulmuş anlamak mümkün değil gerçekten. Şehir, tepelerden ve yokuşlardan oluşmuş, tüm tepelerin üzeri sıvasız gecekondularla dolu, vadinin göbeğinde ise çirkin gökdelenler var. Ana ulaşım sistemi de ilginç ama teleferik. Doğal olarak bu dik yamaçlara ulaşımın en kolay yolu bu. La Paz sokaklarında dolaşmak, yürümek bile insanı tüketiyor. Sonuçta irtifa 3.600 m üzeri. Şehrin çirkinliği arasındaki tek güzellik, her yerden görülen ve şehrin bekçisi sayılan, türlü efsanelere konu olan Illimani Dağı. Bembeyaz bir dev.

Dağlık bir ülke olan Bolivya’da da diğer ülkelerde olduğu gibi bir dağa tırmanma hedefimiz vardı. Geçen sene seyahate dair planlamalar yaparken direkt hedef olarak 6.438m’lik Illimani Dağı’nı belirlemiştik. Buraya gelene kadar da hedefimiz oydu fakat yine gerçekler yüzümüze bir tokat gibi çarpacaktı.
30 Eylül / Bir garip şehir La Paz
Sabah erkenden kalktık, yorgunduk zaten iyi uyumuşuz. Burada birçok kişi irtifa sebebiyle zorlanıyor, baş ağrısı, uykusuzluk, iştahsızlık... Biz tabi son birkaç aydır hep yüksek irtifadayız, arada dağlara da çıktık bu nedenle bir zorluk çekmedik açıkçası. Vasat bir kahvaltıdan sonra dağ için acentelerle görüşme amacıyla attık kendimizi sokağa. Acenteler ünlü Sagarnata Caddesi’nde sıralanmış. Rastgele birkaç tanesine fiyat sorduk. Uzun seyahatte öğrendiğimiz en önemli şeylerden biri. Ne kadar çok yere sorarsan, ne kadar fiyat alıp pazarlık yaparsan o kadar para tasarrufu yapabilirsin. Amacımız Illimani’ydi ama bu dağ için dağ evi olmaması, lojistiğinin zor olması, biri yüksek kamp olmak üzere 2 ayrı kamp gerektirmesi, 4-5 gün sürmesi ve ayrıca bu dağ için rehberlik sertifika klasmanının farklı olması sebebiyle maliyet uçuk bir rakama ulaşıyordu. Illimani hayalimiz ilk birkaç şirketten sonra çabucak söndü. Bu maliyete katlanmamız pek olası değildi. Artık dağdan vazgeçip acaba Death Road (Ölüm Yolu-Dünya'nın en tehlikeli yolu diye bilinen yüksek dağ yolundaki bisiklet turu) turlarına mı baksak diye düşünmeye başlamıştık. Bu arada firmalarla konuşurken buraya kadar adını duymadığımız Huayna Potosi Dağı’nın varlığını öğrenmiştik. Bu dağ 6.088 m’lik yüksekliğine rağmen, 2 günde çıkılabilmesi, lojistiğinin ve tırmanışının nispeten kolay olması sebebiyle oldukça popüler ve Illimani’nin neredeyse 1/3 maliyetine. Hızlıca bir düşünüp karar verdik, artık hedef Huayna Potosi’ydi.

Huayna Potosi için caddedeki afili turların yerine üst tarafa yakın, kıyıda köşede kalmış bir firmanın ofisine girdik. Güleryüzlü ama tek kelime İngilizce bilmeyen firma sahibi (aynı zamanda rehber) Jorge ile tanıştık. Öğrendiğimiz vasat İspanyolca ile Türk usulü, uzun ve gayet sıkı bir pazarlık yaptık. Tırmanış 2 ya da 3 günlük olarak değişiyor. 1. Dağ evinde kalınır ise 3 gün, direkt 2. dağ evi kullanılırsa 2 gün sürüyor. Biz aslında performansımıza güvendiğimiz, aklimatizasyonumuz da iyi olduğundan ve maliyetten de kısmak amacıyla 2 günlük istiyorduk ama Jorge’nin hazırda 3 günlük bir ekibi olduğundan bize neredeyse 2 günlük ile aynı fiyatı verdi. Biz de La Paz’da kalsak daha çok harcarız deyip kabul ettik. İki kişi 3 gün her şey dahil 1.750 Bs (Yaklaşık 220 USD)’ye anlaştık.
Sonrasında dağ için abur cubur v.s. birkaç alışveriş yaptık. Büyük market kaldığımız hostele biraz uzaktı. Elimizde poşetlerle aşağıya inip, tekrar yokuşu çıkmak biraz yordu. La Paz’ın gerçeği bu... Biz de zaten ertesi gün dağa gidecektik. İyi bir antrenman oldu. :)
1 Ekim / Toz toprak yollarda tıngır mıngır gidiyoruz.
Sabah 7 buçukta kalktık. Kahvaltı yine aynı. Aslında “kahvaltı” nedir bilmediklerinden bu adamlar için gerçekten üzülüyoruz. Kahvaltıdan sonra gereksiz eşyalarımızı çöp poşetinin içine yerleştirip dönüşte almak üzere hostelin emanetine indirdik ve firmanın ofisine doğru yola koyulduk. Biz yine dakik bir şekilde anlaştığımız saatte gittik, fakat ofis daha açılmamıştı bile. Neyse ki çok fazla bekletmeden geldiler. Bizim her şeyimiz tamdı, hazırdık fakat hareket etmek için diğer ekip arkadaşlarımızı bekledik. Uzun bekleyişten sonra arkadaşlar teşrif ettiler. 4 İsrailli gençmiş ekibin kalanı. 1 saat üst baş denediler, bot beğendiler falan. Neden dün yapmadınız arkadaş! Ah bu İsrailliler gerçekten ilginç insanlar. 10’da ancak yola çıkabildik. Aldığımız uygun fiyata birebir uyumlu bir külüstür minibüse yükledik eşyaları. Yine rehber olan Jorge’nin oğlu da bizimle geldi. Kötü ve tozlu yollarda tıngır mıngır 2 saat kadar gittikten sonra 4.700 metredeki dağ evine ulaştık. Burada birden fazla bina ve dağ evi var. Şirketin çalıştığı dağ evine geçip ortak odamıza eşyaları bıraktık. Herkes birer ranzaya yerleşti, bir de Fransız kız vardı bizden başka, dün gelmiş. Onun durumu pek iyi değildi, irtifaya uyum sağlayamamış.

Öğle yemeğinden sonra irtifaya uyum için 5.000 metredeki buzula yürüdük. Krampon ve kazma kullanımı için kısa bir eğitim de verdiler. İsrailli gençler hiç bir şey bilmiyorlar, cesaretleri inanılmaz. İlk defa böyle ekipmanlar görmüşlerdi ve pek de kullanamadılar doğrusu. Bakalım yarın ne yapacaklar. Biz zaten Jorge ve Selda ile tamamen onlardan ayrı bir şekilde tırmanacağız.

Akşama doğru dağ kapandı, sisler geliyordu dağdan. Daha önce cep telefonuma indirdiğim Yüzüklerin Efendisi filmini yüz bininci kere seyredip 10'a doğru yattık. Yine sanki ilk defa izliyormuş da sonunu bilmiyormuş gibi heyecanla izledik. Deliyiz biz.
2 Ekim / Heyecan dorukta.
Sabah 7 gibi uyandık. Kahvaltıdan sonra çantaları topladık. Yukarı kampa botlarla değil de normal yürüyüş ayakkabıları ile çıkabilirsiniz dediler. Botları da çantaların yanlara asınca iyice ağırlaştı. Çantaları hazırladıktan sonra, Selda ile dağ evinin sol tarafındaki tepeyi gözümüze kestirip 1 saat kadar yürüdük. Tepeden manzara çok güzeldi. Hem Huayna Potosi’nin tüm rotası ve üstteki dağ evini gördük hem de gölleri ve aşağıdaki vadiyi gözlemledik. Bol bol fotoğraf çekip 11’e doğru dağ evine geri döndük.

Öğle yemeğini gömdük resmen. Çorba, et ve pilav vardı. Sildik süpürdük, hatta tam doymadık. Fransız kız bir şey yiyemedi, acaba yemeğini istesek mi diye düşündük önce sonra utandık. :) Bize şaşırarak bakıyordu hatun :) . Sonra bir de Fransız genç geldi, 2 günlük tur almış o da ekibe katıldı. Memleketlisi Fransız kızla bir ekip oldu onlar da. Diğer benzer dağlarda olduğu gibi burada da bir rehber en fazla 2 kişi alıyor.
Saatler 12'yi gösterdiğinde Jorge ve biz ikinci dağ evine doğru önden yola çıkmıştık. Diğerleri daha hazır değildi. Yavaş yavaş dünkü buzula giden yoldan yükselmeye başladık. Arada birkaç kere kısa döküntü kaya geçişleri var, onun dışında güzel bir patikadan gidiyor yol. Yıkılmış dağ evinin yoluna kadar aynı yolu izledik. Sonra dağ evi için sağdan devam ettik. İlk önce rahattı yol, sonra eğimi arttı ve bir sırta çıktık. Sırttan düz gidip sonra biraz alçalmak gerekiyor. Burada bir kulübe gibi bir şey var ve kişi başı 20 Bs (2,5 USD) dağa giriş parası veriliyor. Deftere kayıt yapılıyor ama bir makbuz, bilet gibi bir şey verilmiyor. Bize pek resmi bir yer gibi gelmedi. Biraz ayakbastı parası, Deli Dumrul parası gibi geldi.

Hava rüzgarlı idi, arkadaki dağlar da kapanmaya başlamıştı. Parayı ödeyip oyalanmadan devam ettik biz. Bundan sonra neredeyse bir saat kadar merdiven gibi olmuş kayalardan döne döne yükseldik. Epey dikti burası. Frodo’nun örümceğe gittiği merdivenlere benziyordu. (Dün akşam izlediğimiz Yüzüklerin Efendisi’nden kaldı bu galiba :)). Sonra arada karlı kısımlar başladı. İplerle emniyet alınmış buzlu bir yan geçişe geldik tam ilk dağ evinin altında. 30-40 metrelik bir yan geçiş. Tabi ayağımızda bot değil de yürüyüş ayakkabısı olunca burayı geçmek biraz uğraştırdı. Birkaç kere kaydık, derin kar tutmuş kısımlarda ise battık ve ayaklarımız ıslandı. Neyse ki bir sakatlık çıkmadan bu kısmı da geçtik. Ulaştığımız yer bizim dağ evi değilmiş. Bizimki 100 metre kadar yukarıdakiymiş. Yine merdivenvari kayalardan yükselmeye devam ettik. 2 buçuk gibi dağ evine ulaştık. Küçük ama sıcak bir yerdi. Ranzalara yerleştik Selda ile karşılıklı. Ortam dar. Diğerleri de gelince epey sıkışık olduk. Çantaları boşaltıp çorapları filan değiştirdik. Ayakkabılar ıslanmıştı. Bu arada dağ iyice kapandı, gök gürlemeleri geliyor uzaktan. Saat 4 buçuk gibi kar yağmaya başladı. Yatana kadar hep havayı kontrol ettik ama çok kötüydü. Saatlerdir kar yağıyordu. Geldiğimiz kayalık alanlar bembeyaz olmuştu ve dağın yukarısı kaybolmuştu. Şu dağda en sinir bozucu şey bu kötü hava sanırım çünkü yapacak hiç bir şey yok. Yine maceramız başlamadan bitecek miydi? Aklımızda bu sorularla yemekten sonra uykuya daldık.

3 Ekim / Dağda şimşek mi? Eyvah!
Gece 1 de kalktık, giyindik, çantaları hazırladık. Çantalarda su ve birkaç atıştırmalık dışında pek bir şey yoktu zaten, her şey üstümüzde idi. O saatte yiyebildiğimiz kadar çay, bisküvi bir şeyler atıştırdık. Akşam sürekli gök gürledi, kar yağdı. Neyse ki kalktığımızda hava biraz açılmıştı. Kar yağışı durmuştu ve gökyüzünde yıldızlar görünüyordu. Yarım ay doğuyordu uzakta. 2 de yola çıktık. Dağ evinin hemen ilerisinden buzul başlıyordu, kramponları taktık. Buzulda başladık yürümeye. Dağ evinden de gördüğümüz ilk dik sırtı çıktık. Yukarıdaki iki tepenin arasında bulunan bele kadar ağır adımlarla yükseldik. Önümüzde 4 grup vardı epey uzakta kafa lambaları görünüyordu. Diğer başka bir ekip yetişip geçti bizi. Biz hiç tempomuzu bozmadık. Bu tip hızlı gidenlerin çıkamayıp geri döndüklerine çok kez şahit olmuştuk.
Arada yan geçişlerle yükseldik hep. Genelde zorlamayan bir yürüyüştü. Yolun yarısında aşağısı çatlak olan çok ince bir kılçıktan geçtik. Kazmayı yana saplayarak geçmek gerekiyordu ve sadece tek bir ayağın sığabildiği genişlikteydi. Bu kılçığın sonunda ise oldukça dik ve sert buz bir yamacını kramponların ön dişleriyle çıkmak gerekiyor. Bu iki kısımda biraz gerilsek de sırtın üstüne kazasız belasız çıkmıştık. Buradan sonra zirve eteğine kadar tatlı bir eğimde buzul üstünde yükseldik. Zaman zaman buzul çatlakları geçtik. Bir düzlüğe geldiğimizdeki gruplardan bazı kişilerin dönmek istemesi ile Jorge bizi oğluna bırakarak dönenleri (İsraillilerin ikisini) götürmek üzere ayrıldı. (Eski kurt biraz yorulmuştu zaten işine geldi galiba :) ).
5.900’lere geldiğimizde dönen birkaç grup daha gördük. Bizim Fransız ikili de dönüyordu. Gece açık olan hava tekrar bozmaya başlamıştı. Selda’ya göre bir plastik bot yine bulamamıştık. Oldukça konforsuzdu ayakları ve üşümeye başlamıştı, parmaklarını hissetmiyordu. Ben çıkabileyim diye hazır dönen grup da varken dönmek istedi. Bu arada bir anda ortalığı sis kapladı. Çok ürkütücü idi. Gün de doğmamıştı henüz. Jorge’nin oğlu da beni tek kalan İsrailli çocuklardan birinin rehberinin yanına verdikten sonra Selda ile beraber dönüşe geçti. Bu birkaç saat içindeki üçüncü farklı rehberim olacaktı. Tanımadığım birileriyle aynı ipe girip, dağa çıkma fikri biraz suratımı ekşitse de geri dönmek istemiyordum ve mecburen o ekibe dahil oldum.
Hava kısa sürede inanılmaz bozmuştu. Önümüzdeki son 120 metrelik dik buz kulvarı sislerin arasından hayal meyal görülebiliyordu. Kar yağışı ve şiddetli rüzgar başladı. Yamaçta kalan ekiplerin de bazıları dönüşe geçtiler. Bizim ekipteki İsrailli çocuk da tükenmişti, sürekli durmak istiyordu. Rehber bu yamaçta duramayız, tehlikeli demesine rağmen anlamıyordu. Ben de rehber şimdi dönelim diyecek ve burayı çıkamayacağız herhalde diye içimden geçirdim. Yükseldikçe dağda çakan şimşeklere daha çok yaklaştığımı hissettim. İşte bu benim için olabilecek en kötü felaketti. Bu dik yamaçtan 1 saat kadar bazen krampon ucuyla, bazen zigzag’lar çizerek 6.000 metrede bir kayanın başına geldik. Burada kısa ama kısmen zorlu bir kaya çıkışı var. Orayı da aştıktan sonra artık zirve sırtına gelmiştik. Son 50 metrelik kılçığı da geçip zirveye ulaştık. Zirvede biz hariç 2-3 kişi daha vardı. Gece tüm dağ evlerinden yaklaşık 25 kişi çıkmıştı ama çoğu geri dönmüştü. 6.088 m’lik zirveye vardığımda saat 7 idi. Zirve büyük bir kornişle biten bir yamaçtı. Bu rüzgarda ayakta durmak pek mümkün değildi. Bizim rehberden birkaç fotoğrafımı çekmesini istedim. Normalde bu zirveden tüm dağ silsilesi hatta Titicaca Gölü bile görünüyor ama biz önümüzü dahi göremiyorduk. Zirvede ancak 10 dk kadar kalabildik.



Hava daha da bozuyordu. Sakallarım buz tutmuştu. Önden ben, ortada İsrailli ve en arkada da rehber, dönüşe geçtik. Dönüşte dağ iyice patladı, kar şiddetini artırdı ve sürekli şimşekler çakıyordu. Ben bir an önce kendimi dağ evine atabilmek için önden koştum resmen, o çıktığımız dik kulvarlardan nasıl indim hatırlamıyorum. İsrailli perişan olmuş en son bir düzlükte “biraz yavaş duralım, ben öldüm” diye ipe asılıp durdurdu beni. :). 5 saatte çıktığımız zirveden, 1,5 saate geri dönmüştük. İsrailli hala söyleniyordu bana ama ben pek oralı olmadım. Dağ evine döndüğüm için çok mutluydum. Oh be! Yüzüm gözüm, üstüm başım buz tutmuştu ama önemli değil. Kar gözlüğüm olmadığı için rüzgarın geldiği sol taraftaki göz kapağım da donmuştu. Yolun yarısını tek gözle indim. Kar gözlüğü almak şart.

Dağ evine bir girdimde herkes uyuyordu, Selda da dahil. Bir kahve içip ısınmaya çalıştım. Kar durduktan sonra 9 buçukta dağ evinden yola çıktık. Aşağı iniş, yan geçişler, basamaklı kayalar karla kaplandığı için uzun sürdü. 12 gibi aşağı dağ evinde idik. 12 buçukta La Paz’a doğru yola çıktık ve 2 gibi şehre ulaştık.
