top of page
  • Yazarın fotoğrafıÖnder

Donmaya ramak kala... Volcan Baru (3.475 m) / Panama

Türkiye’de ve yurtdışında herhalde 100’ün üzerinde dağa çıkmışızdır. Aralarında 5.000-6.000 metre yüksekliğinde olanlar, kışın tırmandıklarımız, çok kötü fırtınalara yakalandıklarımız oldu. Lakin, en çok nerede üşüdünüz diye sorulursa herhalde bir Kasım ayında yaptığımız Erciyes Dağı faaliyeti ve bir de Panama’daki Volcan Baru’da deriz. Evet doğru, Panama gibi tropikal kuşaktaki bir ülkede bulunan ve çok da bir özelliği, zorluğu, yüksekliği olmayan bu dağda hiporterminin kıyısından döndük.


Pahalılıkta Avrupa’yı sollayan bir Orta Amerika ülkesi olan Kosta Rika’da planladığımızdan daha kısa kaldık. Bu ülke, bozulmamış doğal güzellikleri, milli parkları, yaban hayatı, hayvan (özellikle kuş) çeşitliliği açısından gördüğümüz en güzel ülkelerden biriydi. Ancak o kadar pahalı bir ülke ki pek gezgin dostu bir yer olduğunu söyleyemeyeceğiz. Bu nedenle aslında bu ülkede planladığımız dağ çıkışını yapamadık ve komşu ülke Panama’ya geçmeye karar verdik.


Panama da aslında gezginler arasında çok popüler bir yer sayılmaz. Gelenler de genelde kuzeydeki Karayip kıyılarında yer alan Bocas Del Toro/Bastimentos ya da Kolombiya tarafındaki San Blas tropikal adalarına gidiyorlar. Bu adalara gidişin maliyeti oldukça fazla ve bizim de pek ilgimizi çekmiyordu doğrusu. (Kosta Rika kadar olmasa da Panama da oldukça pahalı bir ülke). Bu nedenle doğal güzellikleriyle ünlü ve pek az kişinin gittiği Boquete Bölgesi’ne gitmeye karar verdik.


Bir bilgi daha verelim, Alaska’dan Patagonya’ya kadar uzanan ve tüm Amerika Kıtası’nı kuzeyden güneye bağlayan Pan-American Karayolu’nun kesintiye uğradığı tek bir bölge var, o da Panama ile Kolombiya arasındaki Darien Bölgesi. Burası “Darien Boşluğu” diye de adlandırılıyor. Panama'dan Kolombiya’ya geçmek için bir karayolu olmadığından, ya uçakla ya da deniz yolu ile geçmek gerekiyor. Yürüyerek geçme ihtimali akla gelse de pek mümkün değil. Bölgede yaşayan Embera yerlileri pek dost canlısı değil. Coğrafi yapısı nedeniyle Kolombiya-Panama uyuşturucu trafiği bu bölgeden sağlanıyor. Ayrıca yasadışı silahlı grupların örgütlendiği bir bölge. Hadi insanlardan kurtuldunuz, bu sık tropikal ormanda türlü türlü zehirli yılan, böcek, akrep, hastalıklı sivrisinek ve jaguarlar var. Ayrıca bölge tamamen bataklıktan oluşuyor. Bu nedenle bölgeyi yaya geçmek pek olasılıklar arasında değil. Bölgeye ancak yerel rehber eşliğinde düzenlenen birtakım turlar ile gitmek mümkün.

Panama'nın doğusundaki Darien Bölgesi ve hemen sağ tarafta Kolombiya sınırı. Ta Alaska'dan buraya kadar kesintisiz gelen yol, Yaviza denen yerde son buluyor.

Kosta Rika’nın kıyı şehri Quepos’tan, Panama’nın David Şehri’ne direkt otobüs var. Kosta Rika’daki her şey gibi bu otobüs de ucuz değil. Panama’ya girişte, dönüş uçak bileti (rezervasyon değil gerçek bilet) hatta banka dökümü, üzerinizdeki nakit paranın ispatı, kalınacak yerin ücretinin ödendiğine dair dekont gibi saçma şeylerin istendiğine dair internette türlü şeyler okumuştuk. Bir sürü kişinin bu tip nedenlerle ülkeye sokulmadığı ve geri döndürüldüğünü duyduk. Hatta Quepos’taki hostelimizde Panama’dan gelen bir çift vardı onlara da sorup durumu teyit ettik. Onlar da “Evet kesinlikle doğru, bizden de biletlerimizi ibraz etmemizi istediler, bir sürü de soru sordular” dediler. Orada bir şey daha öğrenmiştik; düşük bir ücrete gerçek PNR ve uçuş bileti üreten birtakım web siteleri varmış. Onlar da oradan sahte bir bilet üretmişler, onu göstermişler. (Burada linklerini vermedik ama arama motorlarına ilgili kelimeler yazılınca bu konuyla ilgili bir sürü site bulunabilir). Özellikle uzun süre seyahat eden, nerede ne kadar kalacağı ve bulunduğu yerden nereye, ne zaman gideceğine dair kesin bir planı olmayan ve ülkeler arası karayolu, hatta otostop ile seyahat eden gezginler için bu tip durumlar büyük sıkıntı. Aslında bu tip web siteleri de insanları sahteciliğe yönlendirmek amacıyla değil gezginlerin but tip prosedürleri aşabilmesi amacıyla ortaya çıkmışlar. Ancak tabii ki kapıdaki görevli bu durumu anlar ise sonrasında ne olur bilemeyiz. Bu siteleri kullananların da aldıkları riski iyi irdelemeleri gerekir.


Biz de öyle yapıp, bu siteleri kullansak mı diye düşündükten sonra, e zaten Kolombiya’ya karayolu yok, gerçekten uçakla gideceğiz. O zaman gerçekten uçuşumuzu alalım diye arar verdik. Sadece Panama'daki zamanımızı belirlemiş olduk. Bu şekilde 1 hafta sonraya Panama City'de Kolombiya'nın Cartagena şehrine biletimizi aldık.


23 Haziran / Quepos - Kosta Rika

Sabah 7 de kalktık, bugün Panama’ya geçeceğiz. Kosta Rika’nın Quepos şehrini, ağaçlarda dolanan tembel hayvanlarını, çok güzel sahilini, burada kaldığımız hosteli, artık arkadaş gibi olduğumuz hostelin sahibi Jorge’yi, bize her gün İspanyolca pratik yaptırmaya çalışan eşi Pamela’yı çok özleyeceğiz ama artık tekrar yola düşme vakti.


Bilet aldığımız yerde bize “Otobüsünüz San Jose’den hareket edecek ve Quepos’taki otoban üzerinden 10.00 ‘da sizi alacak, yolda bekleyin” demişlerdi. Kahvaltı sonrası çantalarımızı toplayıp, yol için sandviçlerimizi de hazırladık. Hostelde 3 çocuğuyla kalan Pakistan asıllı ama Amerika’da yaşayan bir adam da vardı. Onlar da yakın zamanda İstanbul’a gideceklermiş, birkaç akşam sohbet etmiş, İstanbul hakkında bildiklerimizi paylaşmıştık. O, ben sizi otoyola kadar bırakırım dedi, biz de memnuniyetle kabul ettik.


Saat 10’da gelecek otobüs, 11'e doğru ancak geldi. Biz de beklerken artık endişelenmeye başlamıştık gelmeyecek bu diye. Gergin gergin otoyolun kenarında bekliyor, huzursuzlanıyorduk, kazıklandık herhalde diye. Yanımızda da bizimle beraber aynı otobüsü bekleyen bir İngiliz çift vardı. Yanlarında da bir sürü bira getirmişler arka arkaya içiyorlardı. Sıcağın da etkisiyle biraz çarptı onları sanırım. Yolun kenarında bağıra çağıra şarkı söylüyor, gülüyor eğleniyor, dans ediyorlardı (Evet sabah 10'da). Biz gerilmişiz, onların dünya umurlarında değil. Hey Allah'ım! Bira da ikram etmediler zaten. :).


Sınıra geldiğimizde otobüsten indik ve polislerin olduğu alanlara doğru yöneldik. Panama sınırı için kapıdaki görevlilerin tüm sorularına hazırdık, geçerli bir biletimiz de vardı. Sıra bize geldiğinde soruları yanıtlamak için beklerken görevli pasaportlarımıza damgayı vurup geri verdi. Evet, anlatılan onca şeye rağmen tek kelime soru bile sormadan geçmiştik. Boşuna kasmışız diye dedik ama rezervasyonsuz gelseydik de kesin soru sorarlardı diye düşünüp, doğru yaptığımıza ikna ettik kendimizi. Ama yine de siz siz olun Murphy Kanunlar'ını unutmayın ve tedbirsiz gitmeyin.


Otobüs konforlu ve klimalıydı. Yaklaşık 5 saat sonra Panama’nın David şehrine ulaşmıştık. Şansımıza hemen Boquete’ye giden bir otobüs bulduk ve çantaları bagaja verip en arkalarda kalan son birkaç koltuktan birine yerleştik. Otobüs, o süslü püslü klasik Orta Amerika otobüslerindendi. Kosta Rika'dan buraya geçtiğinizde iki ülke arasında refah seviyesi hissediliyor. Sonuna kadar açık, cayır cayır bir müzik eşliğinde 1 saat yolculuktan sonra, Boquete’ye geldik ve hostelimize yerleştik.


Boquete, bizim Karadeniz’i andıran, şelaleler, nehirler yeşillikler içinde bir kasaba. Panamalıların büyük şehirlerden nefes almak için kaçtığı bir yer. Burada zengin yabancıların da lüks çiftlik ve villaları, yazlık evleri var.

Boquete'den bir görüntü. Doğa içinde, çok güzel bir yer.

Panama’nın resmi para birimi Amerikan Doları. Banknotları birebir aynı, ancak bozuk paraları burada basılan farklı paralar. O nedenle El Salvador’da elimizde kalan bozuk 1 dolarları burada kullanamadık, kabul etmediler (sonra Ekvador’da harcadık gerçi :).


24 Haziran / Boquete

Kahvaltıdan sonra kasabayı keşfe çıktık. Tüm gece gök gürültülü ve yağışlıydı, bugün de genelde parçalı bulutlu olsa da ara ara yağmur atıştırıyordu.


Kataloglarda gördüğümüz kaya tırmanış bölgesi olan Los Ladrillos’a yürüdük. Yürüyüş ve yol keyifliydi. Merkeze yaklaşık 4 km mesafede. İlginç yapıdaki kayalarda birkaç genç tırmanıyordu. Emniyet alan elemanın eski kız arkadaşı Türk’müş. Birkaç kelime Türkçe de biliyordu. Ayranı çok seviyormuş, çok özledim falan diyordu. :). Biraz sohbet ettik onlarla ayaküstü. Dünya ne küçük!

İlginç yapıdaki kayalarda tırmananlar. Basamaklı ve kolay gibi görünse de aslında rotalar göründüğünden daha zor.

Türkiye’de de seçim günüydü bugün ve biz de merak ediyorduk, o nedenle hostele geri döndük. Pek de merak edilecek bir şey yokmuş aslında. :)

Seçim takip ediyoruz. :)

Bu gece Volcan Baru’ya çıkalım diye karar verdik. Zaten buradaki popüler aktivitelerden biri de bu. Oraya gidene kadar bilmiyorduk ama 3.475 m yüksekliğindeki bu sönmüş volkan pek de dağlık bir ülke olmayan Panama’nın en yüksek dağıymış. Kasabada her tarafta turlar vardı, hatta hostel de bu turlardan satıyordu fakat biz hosteldeki görevli kız Anna’yla biraz konuştuk, kendimiz çıkabilir miyiz diye. Anna’nın verdiği bilgilerden sonra kendimiz çıkabileceğimize ikna olduk, zaten dağ, sadece uzun ve dik bir yürüyüşten ibaretti. Yalnız, milli parka kadar bir toplu taşıma olmadığından bir taksi ayarlamak gerekiyor. Kişi başı 7 USD’ye onu da gündüzden ayarladık. Gece 23.30’da hareket için anlaştık. Aslında, dağa çıkış için değil ama gece vakti ormanda güvenlik problemi olur mu acaba diye aklımıza geldi. Bu nedenle tur almak belki mantıklı olurdu ama yine de bir şey olmaz dedik.

Volcan Baru, Panama'nın batı ucunda, Kosta Rika sınırına yakın bir yerde yer alıyor.

Bu arada hostelimizde kalan Alman gezginlerden bir tanesi de bizim konuşmalarımıza şahit oldu. Onun da başka bir yerde kalan bir Alman arkadaşı çıkmak istiyormuş bu gece, ama kızcağız tek başına gitmeye korkuyormuş. "O da sizinle gelse olur mu?" dedi. Biz de kabul ettik.


25 Haziran / Sırılsıklam zirve!

Gece yatarsak kalkamayız diye hiç uyumadık. 23.30’da bize katılacak olan Larissa hostele geldi. Tanışma faslından sonra direkt araca atlayıp, milli park girişine geldik. Milli park gece kapalı olduğu için 5 USD’lik ücreti dönüşte çıkarken alıyorlar diye bilgi verdiler.

Dağa doğru uzanan yol hep bu şekilde, geniş ve belirgin. (Fotoğraf dönüşten)

Gece 12 gibi yürüyüşe başladık. Önümüz bir cangıl ve ortalık zifiri karanlıktı ve biraz yukarıda yükselen bir çiftin kafa lambası haricinde bir ışık yoktu. Ormanın içine doğru giden belirgin traktör yoluna girdik. Yol, geniş ve belirgindi ve sürekli döne döne yükseliyordu. Bu orman içinde gece el kadar tarantulaları görürsünüz demişlerdi. Ben de hep özellikle kafa lambamla yol kenarına, ağaç diplerine bakarak ilerledim ama hiç göremedim. Fakat o karanlığın içinde bir süredir bir baykuş sesi geliyordu, oldukça ürkütücü idi bu ses gece gece. Bir süre daha yükseldikten sonra sol taraftaki ağaçlardan bir hışırtı duyduk. Kafa lambamızı çevirdiğimizde son yarım saattir sesini duyduğumuz baykuşun kafa lambamızın ışığıyla parlayan gözlerini gördük. İki kocaman göz. Bir süre bakıştık, o da kaçmadı.


Bu şekilde sürekli yükselen yolda gecenin içinde yürüyorduk. Zaman geçtikçe Larissa ile de kaynaştık. O da uzun süredir yollarda, yirmili yaşların başında çok tatlı bir kızdı. Avrupa’nın genç nüfusu falan yok diyorlar ya seyahat boyunca hep onu düşündük. Yok, evet çünkü Avrupa’nın gençleri dışarıda geziyorlar. 10 ay boyunca, 17 ülkede bilmem kaç farklı yerde mutlaka Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerden gençler gördük.


Bizim tempomuz galiba O’na ilk başlarda hızlı gelmiş olacak ki Larissa biraz yoruldu, neyse ki ortak tempoyu bulduk ve o şekilde birlikte yükselmeye devam ettik. Gecenin karanlığını uzaklarda bir yerlerde çakan şimşekler aydınlatıyordu. Bu arada arkamızdan gelen iki Alman genç daha varmış, bize yetiştiler. Kısa bir sohbetten sonra onlar önden hızlıca bizi geçip devam ettiler.


Bu şekilde neredeyse hiç durmadan yürüdük. Saat 3 civarında, 3.000 metrelere geldiğimizde ortalığı bir sis kapladı. Saat 4.30’a kadar bu sisin ve çisenin içinde yürümeye devam ettik. Kıyafetlerimiz yavaş yavaş ıslanmaya başlamıştı. Zirveye son 2 km’miz kalmıştı ki artık orman tamamen bitmiş ve açık bir sırta ulaşmıştık. Burada birden acayip soğuk bir rüzgar esti ve deli gibi yağmur yağmaya başladı. Anında yamyaş oldu her şeyimiz bu sağanak yağmur altında. O kadar şiddetli yağıyordu ki, ilerisi görünmüyordu neredeyse. Birkaç dakika içerisinde yağmurluklar, pantolonlar ve hatta ayakkabılarımız sırılsıklam oldu. Bu yağmur biter herhalde deyip yükselmeye devam ettik. Biraz daha yükseldikten sonra yukarıda ışıklar gördük. Dağın zirvesinin hemen altındaki düzlükte bir verici istasyonu var. Onun direklerinin ışıklarıymış bunlar. Artık az kaldı diye sevinip, ışıklara doğru devam ettik. O kadar ıslanmıştık ve rüzgar da o kadar sertti ki inanılmaz üşümeye başlamıştık. Direklerin olduğu yere ulaşınca buradaki binalardan birinin nispeten korumalı bir aralığına sığındık. Yağmurdan korunuyorduk ama rüzgardan korunamıyorduk. Üşümekten dudaklarımız takırdıyordu. Üzerimize çantamızda ne varsa giydik. Bere, eldiven, buff... Ayakkabıların içi su dolmuştu vıcık vıcık.


Saat 5 buçuk gibi ulaşmıştık oraya. Güneş de 6 çeyrekte doğacaktı. Biz de güneş doğana kadar bekleyip artık dönüşe geçelim diye karar verdik. Zirve falan umurumuzda değildi. Hem belki o zamana kadar yağmur da biraz azalırdı. Olduğumuz yerde zıplarken arkamızda duvar diye yaslandığımız beyaz zemin birden açıldı. Aynı fantastik filmlerde duvara yaslanınca arka tarafa açılan kapılar gibi bir görüntü oldu. İçeriden gözlerini ovuşturarak bir adam kafasını uzattı bize "manyak mı bunlar?" gibisinden bir bakış fırlattı. Garip bir İspanyolca konuştuğu için ne dediğini pek anlamadık ama herhalde içeri davet ediyor diye atladık resmen. İçerisi bu istasyonda çalışanların koğuşuydu. İki çift katlı ranza, bir küçük tüplü televizyon, elektrik sobası, küçük tüp, çaydanlık v.s. bir şeyler vardı. Diğer eleman ranzaların birinde uyuyordu, o da kalktı. Biz hala titriyorduk. Neyse ki adam elektrik sobasını açtı, birer de tabure aldık ve sobanın başında ısınmaya çalıştık. Bu arada bir süre sonra bizim Alman gençler ile park girişinde geçtiğimiz çift de aynı yere titreyerek geldiler. Adamların koğuşunu istila etmiştik resmen. Bu durumdan pek memnun olmasalar da pek de bir şey diyemediler.

Elektrik sobasının başında ısınmaya çalışıyoruz. Larissa'nın içi geçmiş. :)

Hep birlikte sobanın başında titreyerek oturduk. Kah birbirimizin haline bakıp güldük, kah uyukladık. Bu arada Dünya Kupası maçı vardı, onu izledik. Ara ara dışarı bakıyorduk ama yağmurun şiddeti hiç azalmamıştı. Artık saat 7 ye geliyordu. Yağmur biraz hafiflemişti, bir de artık adamları rahat bırakalım diye koğuştan çıktık. Adam da ocağı kapatmıştı zaten ve artık kibarca kovdu bizi.


Binadan çıkınca amacımız direkt koşar adım aşağı inmekti. Alman gençler zaten çıkar çıkmaz dönüşe geçtiler. Biz de biraz ayaküstü tartışırken yağış durmuş gibiydi. Baktım zirvenin 200 m altındayız, Selda "E hadi devam edelim, gidelim zirveye" dedi. Çok üşüyorum ama buraya kadar gelmişken de gitmeden olmaz, tamam dedim. Larissa "ben donuyorum diğer Alman çocuklarla döneceğim" dedi. Peki dedik. Sonra o da herhalde biz vazgeçmeyince fikrini değiştirdi. "Gerçekten zirveye mi devam edeceksiniz?" dedi. "Evet" dedik. "İyi ben de geliyorum! "

Vericilerin oradaki düzlükte zirveyi işaret eden tabela. "Dikkat, kayalık alan!" uyarısı var.

Antenlerin solundan giden dar patika, bir kaya bloğu ile kesiliyor. Burada kısa ve basit bir kaya tırmanışı yapmak gerekiyor. Bazı yerleri biraz boşluklu ve ürkütücü birkaç yan geçiş var. Kayalar da ıslak ve kaygan. Ben önden çıktım, baktım arkada Larissa gelmiyor. Tereddüt ediyor. "Burası çok tehlikeli, emin misin" diyor. Selda onun önünden çıkınca o da ikna oldu ve biraz zorlansa da tırmandı.

Kayalık bölümünün başlangıcı.

Zirveye ulaşmak üzereyiz. Altımızda bulutların arasında verici antenleri.

Nihayet 7.30 gibi zirvedeydik. Biraz da ısınmaya başlamıştık. Zirvenin keyfini çıkardık. Normalde buranın muhteşem bir manzarası oluyormuş. Hem Karayip Denizi, hem de Pasifik Okyanusu görülebiliyormuş. Biz bir şey göremedik tabii ki. :). Fakat o bulutlu hali bile çok güzeldi.

Zirve!

Hep birlikte bir özçekim. :). Sol tarafta vericiler ve sığındığımız binalar görülüyor.

Zirvede fazla oyalanmadan inmeye başladık aşağıya. İndikçe de ısındık ve üstümüze tıkıştırdığımız şeyleri bir bir çıkardık. Zirvenin altındaki düzlükte bir kamp alanı varmış, gece görmedik. Orada sandviçlerimizi yedik. Tüm gece oturup bir şeyler atıştırmaya fırsatımız olmamıştı. Hızlı bir tempoyla saat 11.30 gibi parkın girişine ulaşmıştık. Park ofisi açılmıştı ve deftere kaydımızı yaptırdık. Giriş ücreti olan 5 USD’yi vereceğiz herhalde derken adam bizden para istemedi biz de hiç sormadık. :).

Dönüş yolundan.

Adam “hemen size bir taksi çağırayım” dedi “yok yok dedik dolmuşa bineceğiz”. :) 20 dk daha yürüdük ana yola kadar ve yine yağmur başlamıştı. Durakta bekleyen 2 tane genç vardı, selamlaştık önce ama sonra pek konuşmadılar. Halimize bakıp kıkırdıyorlardı. Orada 1 saate yakın bekledik, yine çok üşümeye başlamıştık. Rüzgar ve yağmur devam ediyordu.

Gündüz geri dönerken etrafımızdaki güzellikleri daha net gördük. Burası Hobbitköy'e benzemiyor mu?

Sonra çocuklar bir şey söylemeden pat diye gittiler. Biz de ne yapsak, bu otobüsün geleceği yok dedik. Taksi falan da geçmiyordu. Hatta kasabaya kadar yürüsek mi diye düşünürken aşağıdan aşağıdan gelen bir taksi durağa yanaştı. Bir baktık içinde bizim duraktaki çocuklar. Atlayın dediler. Meğer taksi bulmaya gitmişler. Dolmuş usulü 5 kişi bindik. Kişi başı 3 USD verdik ve nihayet hostele ulaştık.


Parkın girişinden zirve 13.5 km. Gidiş geliş 27 km. Bir de ana yola kadar 2-3 km daha fazladan yürüdük. Yani 30 km yürüdüğümüz, sırılsıklam ıslandığımız ama sonrasında da keyifle anacağımız ve hep hatırlayacağımız bir faaliyet oldu. Ayrıca 1.300 metredeki Boquete’den başlayıp 3.475 m’ye ulaşmak demek bir gecede 2.100 metreden fazla irtifa alarak yükselmek demek. Sonradan bunu da düşününce iyi yürümüşüz gerçekten diyoruz.

Tam bitti artık derken, park girişinden otobüse binebileceğimiz anayola kadar tekrar yürümemiz gerekti. Asfalt yolda yürümek de hiç keyifli değil, hele bu havada.

Boquete'ye ulaşınca, Larissa’yla vedalaşıp hostele döndük. Gece otobüsüyle Panama City’e geçeceğimiz için odayı boşaltmıştık. Duşu kullanabilirsiniz dediler, sevinerek gittik banyoya ama su bir türlü ısınmadı. Saatlerdir ısınamadığımız yetmiyormuş gibi bir de buz gibi suyla duş almamız gerekti. David’e giden son otobüse kadar hostelin ortak alanında oyalandık.


Boquete’den David’e gittiğimizde Panama City’e giden otobüsleri araştırdık. Yarım saat sonra kalkan bir otobüs vardı ama sabahın 4’ünde ulaşıyordu. Diğeri de 2 saat sonraydı. Biz de sevimsiz David otogarında beklemektense Panama City’e gidelim, büyükşehrin otogarı iyidir, bir yere otururuz sabahı ederiz dedik. Fakat sabah Panama City’e ulaştığımızda otogarda her yer kapalıydı. Oturacak bile doğru dürüst bir yer yoktu. Biz ise hem dün gece hiç uyumamış, hem de 13-14 saatlik bir maceradan çıkmıştık. Bu gece de doğru dürüst uyumayıp sabahın köründe bir otogar köşesinde kalmıştık. Artık otogarın bir köşesinde ikimizin de kafaları önümüze düşmüş öylece uyuyakalmışız.


Volcan Baru’ya İlişkin Kısa Notlar;


Volcan Baru nerede?

Volcan Baru,ya en yakın yerleşim yeri Panama’nın Boquete Kasabasıdır ve dağ kasabaya yaklaşık 15 km mesafededir. David şehrinin ise 65 km kuzeyindedir.


Milli parkın girişi merkeze 11 km ve araçla yaklaşık yarım saatte ulaşılıyor. Merkezdeki taksiler ile kişi başı 7 USD’ye gelinebilir. Gece gelmek için taksi harici bir seçenek yok ancak dönüş için ana yoldan dolmuşlara binebilirsiniz demişlerdi ama 1 saat beklememize rağmen araç gelmedi.

Ne zaman çıkılmalı?

Tüm yıl boyunca çıkılabilir bir dağdır. Fakat kuru sezon olarak geçen dönemde tercih edilmesi daha iyi olur. Orta Amerika kuru sezonu Aralık-Nisan dönemi denebilir.


Güney Amerika'daki yaz-kış kavramının bizimkinden biraz farklı olduğunu söylemek gerek. Buralarda genelde sub-tropikal mevsimler hakim olduğu için yaz mevsimi sıcak, nemli ve sürekli yağışlı, "ıslak sezon", kış mevsimi ise daha soğuk ama yağışın çok az olduğu, gündüz-gece sıcaklık farklarının çok olduğu "kuru sezon" olarak ifade ediliyor. Bu nedenle buranın yaz ayında hava sıcaklıkları artsa da sürekli yağış olduğundan ve bu yağış, yüksek dağlarda kar, fırtına, şimşek, elektrik fırtınaları yarattığından tırmanış için pek ideal değil. Kışın ise dağlar çok soğuk ve daha rüzgarlı olsa da kar, fırtına, tipi v.s. ihtimali düşük olduğu için en iyi mevsim olmuş oluyor. Dolayısıyla bu dağ için bizim Haziran ayında yaptığımız tırmanış aslında ideal mevsimde olamamıştı. Bu nedenle yoğun yağış ile mücadele etmek zorunda kaldık.


Volcan Baru zor bir dağ mı?

Volcan Baru hiçbir teknik zorluk, kar, buz v.s. içermeyen ve zirveye kadar tamamı yürüyüşten ibaret bir dağ. Yürüyüş yolu da aslında vericilere kadar açılmış toprak cip yolu. Milli Park girişinden zirveye kadar 13.5 km mesafe var ve sürekli yokuş çıkılıyor. Dönüşte de sürekli iniş dizleri zorluyor. Bu nedenle iyi bir kondisyona sahip, sıkı yürüyen ve sağlıklı herkes çıkabilir. Fakat Boquete kasabası ile dağın zirvesi arasında 2.000 metreden fazla bir irtifa farkı var ve bu da aslında ciddi bir yükseklik farkı. Bu nedenle yüksekliğe uyumun çok iyi olması gerekiyor. Aksi halde yüksek irtifa etkileri ortaya çıkabilir.


Rehber şart mı?

Volcan Baru için rehber alınması zorunlu değil. Park girişinden zirveye kadar da genişçe bir yoldan gidiliyor ve kaybolmak da pek mümkün değil açıkçası. Bu nedenle rehber ya da tur almaya hiç gerek yok.

Ancak şunu hatırlatmak gerek. Panama güvenlik açısından sabıkası çok temiz bir ülke değil, hatta inernette aratınca da bu dağda gece iki kadın turiste saldırılıp, öldürüldüğüyle ilgili haberler çıkıyor. Bu nedenle rehber ya da tur almaya gerek olmasa da yalnız gidilmesini kesinlikle tavsiye etmiyoruz! Mutlaka yanınıza birilerini bulup öyle gidin. Yürüyüşe gece yarısı başlandığı için ortam çok karanlık ve ürkütücü. Bu arada hatırlatmak gerek bizce Boquete Panama şehirleri arasında bize en güvenli gelen yerlerden biriydi.


Yeri gelmişken söyleyelim; eğer ben yürümem, param da var diyorsanız 150 USD’ye direkt antenlerin oraya 4x4 ciple de çıkabiliyorsunuz. Ama o zaman yazacak bir maceramız olmazdı, değil mi? :)


Herkes çıkabilir mi?

İyi bir kondüsyona sahip, sıkı yürüyen ve sağlıklı olan herkes çıkabilir. Özel bir eğitim ya da teknik bilgiye gerek yok. Yalnızca Boquete ile zirve arasındaki 2.000 metreden fazla olan irtifa farkına dikkat etmek gereklidir. Yüksekliğe yeterince uyum sağlanmadıysa bu ciddi bir sorun olabilir ve irtifa hastalıkları ortaya çıkabilir.


Hangi teknik malzemeler gerekli?

Herhangi bir teknik malzeme gerekli değildir. Fakat Boquete’deki havaya aldanıp bizim gibi ince gitmeyin. Sonuçta 2.000 metre yukarıda hava bambaşka. Giymeseniz bile yanınızda bere, eldiven, polar, alt içlik olsun.



Bu yazımızı beğendiyseniz aşağıdaki yazılarımıza da bir göz atabilirsiniz.


45 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page