top of page
  • Yazarın fotoğrafıÖnder

Donmaya ramak kala... Volcan Baru (3.475 m) / Panama

Türkiye’de ve yurtdışında herhalde 100’ün üzerinde dağa çıkmışızdır. Aralarında 5.000-6.000 metre yüksekliğinde olanlar, kışın tırmandıklarımız, çok kötü fırtınalara yakalandıklarımız oldu. Lakin, en çok nerede üşüdünüz diye sorulursa herhalde bir Kasım ayında yaptığımız Erciyes Dağı faaliyeti ve bir de Panama’daki Volcan Baru’da deriz. Evet doğru, Panama gibi tropikal kuşaktaki bir ülkede bulunan ve çok da bir özelliği, zorluğu, yüksekliği olmayan bu dağda hiporterminin kıyısından döndük.


Pahalılıkta Avrupa’yı sollayan bir Orta Amerika ülkesi olan Kosta Rika’da planladığımızdan daha kısa kaldık. Bu ülke, bozulmamış doğal güzellikleri, milli parkları, yaban hayatı, hayvan (özellikle kuş) çeşitliliği açısından gördüğümüz en güzel ülkelerden biriydi. Ancak o kadar pahalı bir ülke ki pek gezgin dostu bir yer olduğunu söyleyemeyeceğiz. Bu nedenle aslında bu ülkede planladığımız dağ çıkışını yapamadık ve komşu ülke Panama’ya geçmeye karar verdik.


Panama da aslında gezginler arasında çok popüler bir yer sayılmaz. Gelenler de genelde kuzeydeki Karayip kıyılarında yer alan Bocas Del Toro/Bastimentos ya da Kolombiya tarafındaki San Blas tropikal adalarına gidiyorlar. Bu adalara gidişin maliyeti oldukça fazla ve bizim de pek ilgimizi çekmiyordu doğrusu. (Kosta Rika kadar olmasa da Panama da oldukça pahalı bir ülke). Bu nedenle doğal güzellikleriyle ünlü ve pek az kişinin gittiği Boquete Bölgesi’ne gitmeye karar verdik.


Bir bilgi daha verelim, Alaska’dan Patagonya’ya kadar uzanan ve tüm Amerika Kıtası’nı kuzeyden güneye bağlayan Pan-American Karayolu’nun kesintiye uğradığı tek bir bölge var, o da Panama ile Kolombiya arasındaki Darien Bölgesi. Burası “Darien Boşluğu” diye de adlandırılıyor. Panama'dan Kolombiya’ya geçmek için bir karayolu olmadığından, ya uçakla ya da deniz yolu ile geçmek gerekiyor. Yürüyerek geçme ihtimali akla gelse de pek mümkün değil. Bölgede yaşayan Embera yerlileri pek dost canlısı değil. Coğrafi yapısı nedeniyle Kolombiya-Panama uyuşturucu trafiği bu bölgeden sağlanıyor. Ayrıca yasadışı silahlı grupların örgütlendiği bir bölge. Hadi insanlardan kurtuldunuz, bu sık tropikal ormanda türlü türlü zehirli yılan, böcek, akrep, hastalıklı sivrisinek ve jaguarlar var. Ayrıca bölge tamamen bataklıktan oluşuyor. Bu nedenle bölgeyi yaya geçmek pek olasılıklar arasında değil. Bölgeye ancak yerel rehber eşliğinde düzenlenen birtakım turlar ile gitmek mümkün.

Panama'nın doğusundaki Darien Bölgesi ve hemen sağ tarafta Kolombiya sınırı. Ta Alaska'dan buraya kadar kesintisiz gelen yol, Yaviza denen yerde son buluyor.

Kosta Rika’nın kıyı şehri Quepos’tan, Panama’nın David Şehri’ne direkt otobüs var. Kosta Rika’daki her şey gibi bu otobüs de ucuz değil. Panama’ya girişte, dönüş uçak bileti (rezervasyon değil gerçek bilet) hatta banka dökümü, üzerinizdeki nakit paranın ispatı, kalınacak yerin ücretinin ödendiğine dair dekont gibi saçma şeylerin istendiğine dair internette türlü şeyler okumuştuk. Bir sürü kişinin bu tip nedenlerle ülkeye sokulmadığı ve geri döndürüldüğünü duyduk. Hatta Quepos’taki hostelimizde Panama’dan gelen bir çift vardı onlara da sorup durumu teyit ettik. Onlar da “Evet kesinlikle doğru, bizden de biletlerimizi ibraz etmemizi istediler, bir sürü de soru sordular” dediler. Orada bir şey daha öğrenmiştik; düşük bir ücrete gerçek PNR ve uçuş bileti üreten birtakım web siteleri varmış. Onlar da oradan sahte bir bilet üretmişler, onu göstermişler. (Burada linklerini vermedik ama arama motorlarına ilgili kelimeler yazılınca bu konuyla ilgili bir sürü site bulunabilir). Özellikle uzun süre seyahat eden, nerede ne kadar kalacağı ve bulunduğu yerden nereye, ne zaman gideceğine dair kesin bir planı olmayan ve ülkeler arası karayolu, hatta otostop ile seyahat eden gezginler için bu tip durumlar büyük sıkıntı. Aslında bu tip web siteleri de insanları sahteciliğe yönlendirmek amacıyla değil gezginlerin but tip prosedürleri aşabilmesi amacıyla ortaya çıkmışlar. Ancak tabii ki kapıdaki görevli bu durumu anlar ise sonrasında ne olur bilemeyiz. Bu siteleri kullananların da aldıkları riski iyi irdelemeleri gerekir.


Biz de öyle yapıp, bu siteleri kullansak mı diye düşündükten sonra, e zaten Kolombiya’ya karayolu yok, gerçekten uçakla gideceğiz. O zaman gerçekten uçuşumuzu alalım diye arar verdik. Sadece Panama'daki zamanımızı belirlemiş olduk. Bu şekilde 1 hafta sonraya Panama City'de Kolombiya'nın Cartagena şehrine biletimizi aldık.


23 Haziran / Quepos - Kosta Rika

Sabah 7 de kalktık, bugün Panama’ya geçeceğiz. Kosta Rika’nın Quepos şehrini, ağaçlarda dolanan tembel hayvanlarını, çok güzel sahilini, burada kaldığımız hosteli, artık arkadaş gibi olduğumuz hostelin sahibi Jorge’yi, bize her gün İspanyolca pratik yaptırmaya çalışan eşi Pamela’yı çok özleyeceğiz ama artık tekrar yola düşme vakti.


Bilet aldığımız yerde bize “Otobüsünüz San Jose’den hareket edecek ve Quepos’taki otoban üzerinden 10.00 ‘da sizi alacak, yolda bekleyin” demişlerdi. Kahvaltı sonrası çantalarımızı toplayıp, yol için sandviçlerimizi de hazırladık. Hostelde 3 çocuğuyla kalan Pakistan asıllı ama Amerika’da yaşayan bir adam da vardı. Onlar da yakın zamanda İstanbul’a gideceklermiş, birkaç akşam sohbet etmiş, İstanbul hakkında bildiklerimizi paylaşmıştık. O, ben sizi otoyola kadar bırakırım dedi, biz de memnuniyetle kabul ettik.


Saat 10’da gelecek otobüs, 11'e doğru ancak geldi. Biz de beklerken artık endişelenmeye başlamıştık gelmeyecek bu diye. Gergin gergin otoyolun kenarında bekliyor, huzursuzlanıyorduk, kazıklandık herhalde diye. Yanımızda da bizimle beraber aynı otobüsü bekleyen bir İngiliz çift vardı. Yanlarında da bir sürü bira getirmişler arka arkaya içiyorlardı. Sıcağın da etkisiyle biraz çarptı onları sanırım. Yolun kenarında bağıra çağıra şarkı söylüyor, gülüyor eğleniyor, dans ediyorlardı (Evet sabah 10'da). Biz gerilmişiz, onların dünya umurlarında değil. Hey Allah'ım! Bira da ikram etmediler zaten. :).


Sınıra geldiğimizde otobüsten indik ve polislerin olduğu alanlara doğru yöneldik. Panama sınırı için kapıdaki görevlilerin tüm sorularına hazırdık, geçerli bir biletimiz de vardı. Sıra bize geldiğinde soruları yanıtlamak için beklerken görevli pasaportlarımıza damgayı vurup geri verdi. Evet, anlatılan onca şeye rağmen tek kelime soru bile sormadan geçmiştik. Boşuna kasmışız diye dedik ama rezervasyonsuz gelseydik de kesin soru sorarlardı diye düşünüp, doğru yaptığımıza ikna ettik kendimizi. Ama yine de siz siz olun Murphy Kanunlar'ını unutmayın ve tedbirsiz gitmeyin.


Otobüs konforlu ve klimalıydı. Yaklaşık 5 saat sonra Panama’nın David şehrine ulaşmıştık. Şansımıza hemen Boquete’ye giden bir otobüs bulduk ve çantaları bagaja verip en arkalarda kalan son birkaç koltuktan birine yerleştik. Otobüs, o süslü püslü klasik Orta Amerika otobüslerindendi. Kosta Rika'dan buraya geçtiğinizde iki ülke arasında refah seviyesi hissediliyor. Sonuna kadar açık, cayır cayır bir müzik eşliğinde 1 saat yolculuktan sonra, Boquete’ye geldik ve hostelimize yerleştik.


Boquete, bizim Karadeniz’i andıran, şelaleler, nehirler yeşillikler içinde bir kasaba. Panamalıların büyük şehirlerden nefes almak için kaçtığı bir yer. Burada zengin yabancıların da lüks çiftlik ve villaları, yazlık evleri var.

Boquete'den bir görüntü. Doğa içinde, çok güzel bir yer.

Panama’nın resmi para birimi Amerikan Doları. Banknotları birebir aynı, ancak bozuk paraları burada basılan farklı paralar. O nedenle El Salvador’da elimizde kalan bozuk 1 dolarları burada kullanamadık, kabul etmediler (sonra Ekvador’da harcadık gerçi :).


24 Haziran / Boquete

Kahvaltıdan sonra kasabayı keşfe çıktık. Tüm gece gök gürültülü ve yağışlıydı, bugün de genelde parçalı bulutlu olsa da ara ara yağmur atıştırıyordu.


Kataloglarda gördüğümüz kaya tırmanış bölgesi olan Los Ladrillos’a yürüdük. Yürüyüş ve yol keyifliydi. Merkeze yaklaşık 4 km mesafede. İlginç yapıdaki kayalarda birkaç genç tırmanıyordu. Emniyet alan elemanın eski kız arkadaşı Türk’müş. Birkaç kelime Türkçe de biliyordu. Ayranı çok seviyormuş, çok özledim falan diyordu. :). Biraz sohbet ettik onlarla ayaküstü. Dünya ne küçük!

İlginç yapıdaki kayalarda tırmananlar. Basamaklı ve kolay gibi görünse de aslında rotalar göründüğünden daha zor.

Türkiye’de de seçim günüydü bugün ve biz de merak ediyorduk, o nedenle hostele geri döndük. Pek de merak edilecek bir şey yokmuş aslında. :)

Seçim takip ediyoruz. :)

Bu gece Volcan Baru’ya çıkalım diye karar verdik. Zaten buradaki popüler aktivitelerden biri de bu. Oraya gidene kadar bilmiyorduk ama 3.475 m yüksekliğindeki bu sönmüş volkan pek de dağlık bir ülke olmayan Panama’nın en yüksek dağıymış. Kasabada her tarafta turlar vardı, hatta hostel de bu turlardan satıyordu fakat biz hosteldeki görevli kız Anna’yla biraz konuştuk, kendimiz çıkabilir miyiz diye. Anna’nın verdiği bilgilerden sonra kendimiz çıkabileceğimize ikna olduk, zaten dağ, sadece uzun ve dik bir yürüyüşten ibaretti. Yalnız, milli parka kadar bir toplu taşıma olmadığından bir taksi ayarlamak gerekiyor. Kişi başı 7 USD’ye onu da gündüzden ayarladık. Gece 23.30’da hareket için anlaştık. Aslında, dağa çıkış için değil ama gece vakti ormanda güvenlik problemi olur mu acaba diye aklımıza geldi. Bu nedenle tur almak belki mantıklı olurdu ama yine de bir şey olmaz dedik.

Volcan Baru, Panama'nın batı ucunda, Kosta Rika sınırına yakın bir yerde yer alıyor.

Bu arada hostelimizde kalan Alman gezginlerden bir tanesi de bizim konuşmalarımıza şahit oldu. Onun da başka bir yerde kalan bir Alman arkadaşı çıkmak istiyormuş bu gece, ama kızcağız tek başına gitmeye korkuyormuş. "O da sizinle gelse olur mu?" dedi. Biz de kabul ettik.


25 Haziran / Sırılsıklam zirve!

Gece yatarsak kalkamayız diye hiç uyumadık. 23.30’da bize katılacak olan Larissa hostele geldi. Tanışma faslından sonra direkt araca atlayıp, milli park girişine geldik. Milli park gece kapalı olduğu için 5 USD’lik ücreti dönüşte çıkarken alıyorlar diye bilgi verdiler.

Dağa doğru uzanan yol hep bu şekilde, geniş ve belirgin. (Fotoğraf dönüşten)

Gece 12 gibi yürüyüşe başladık. Önümüz bir cangıl ve ortalık zifiri karanlıktı ve biraz yukarıda yükselen bir çiftin kafa lambası haricinde bir ışık yoktu. Ormanın içine doğru giden belirgin traktör yoluna girdik. Yol, geniş ve belirgindi ve sürekli döne döne yükseliyordu. Bu orman içinde gece el kadar tarantulaları görürsünüz demişlerdi. Ben de hep özellikle kafa lambamla yol kenarına, ağaç diplerine bakarak ilerledim ama hiç göremedim. Fakat o karanlığın içinde bir süredir bir baykuş sesi geliyordu, oldukça ürkütücü idi bu ses gece gece. Bir süre daha yükseldikten sonra sol taraftaki ağaçlardan bir hışırtı duyduk. Kafa lambamızı çevirdiğimizde son yarım saattir sesini duyduğumuz baykuşun kafa lambamızın ışığıyla parlayan gözlerini gördük. İki kocaman göz. Bir süre bakıştık, o da kaçmadı.


Bu şekilde sürekli yükselen yolda gecenin içinde yürüyorduk. Zaman geçtikçe Larissa ile de kaynaştık. O da uzun süredir yollarda, yirmili yaşların başında çok tatlı bir kızdı. Avrupa’nın genç nüfusu falan yok diyorlar ya seyahat boyunca hep onu düşündük. Yok, evet çünkü Avrupa’nın gençleri dışarıda geziyorlar. 10 ay boyunca, 17 ülkede bilmem kaç farklı yerde mutlaka Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerden gençler gördük.


Bizim tempomuz galiba O’na ilk başlarda hızlı gelmiş olacak ki Larissa biraz yoruldu, neyse ki ortak tempoyu bulduk ve o şekilde birlikte yükselmeye devam ettik. Gecenin karanlığını uzaklarda bir yerlerde çakan şimşekler aydınlatıyordu. Bu arada arkamızdan gelen iki Alman genç daha varmış, bize yetiştiler. Kısa bir sohbetten sonra onlar önden hızlıca bizi geçip devam ettiler.


Bu şekilde neredeyse hiç durmadan yürüdük. Saat 3 civarında, 3.000 metrelere geldiğimizde ortalığı bir sis kapladı. Saat 4.30’a kadar bu sisin ve çisenin içinde yürümeye devam ettik. Kıyafetlerimiz yavaş yavaş ıslanmaya başlamıştı. Zirveye son 2 km’miz kalmıştı ki artık orman tamamen bitmiş ve açık bir sırta ulaşmıştık. Burada birden acayip soğuk bir rüzgar esti ve deli gibi yağmur yağmaya başladı. Anında yamyaş oldu her şeyimiz bu sağanak yağmur altında. O kadar şiddetli yağıyordu ki, ilerisi görünmüyordu neredeyse. Birkaç dakika içerisinde yağmurluklar, pantolonlar ve hatta ayakkabılarımız sırılsıklam oldu. Bu yağmur biter herhalde deyip yükselmeye devam ettik. Biraz daha yükseldikten sonra yukarıda ışıklar gördük. Dağın zirvesinin hemen altındaki düzlükte bir verici istasyonu var. Onun direklerinin ışıklarıymış bunlar. Artık az kaldı diye sevinip, ışıklara doğru devam ettik. O kadar ıslanmıştık ve rüzgar da o kadar sertti ki inanılmaz üşümeye başlamıştık. Direklerin olduğu yere ulaşınca buradaki binalardan birinin nispeten korumalı bir aralığına sığındık. Yağmurdan korunuyorduk ama rüzgardan korunamıyorduk. Üşümekten dudaklarımız takırdıyordu. Üzerimize çantamızda ne varsa giydik. Bere, eldiven, buff... Ayakkabıların içi su dolmuştu vıcık vıcık.


Saat 5 buçuk gibi ulaşmıştık oraya. Güneş de 6 çeyrekte doğacaktı. Biz de güneş doğana kadar bekleyip artık dönüşe geçelim diye karar verdik. Zirve falan umurumuzda değildi. Hem belki o zamana kadar yağmur da biraz azalırdı. Olduğumuz yerde zıplarken arkamızda duvar diye yaslandığımız beyaz zemin birden açıldı. Aynı fantastik filmlerde duvara yaslanınca arka tarafa açılan kapılar gibi bir görüntü oldu. İçeriden gözlerini ovuşturarak bir adam kafasını uzattı bize "manyak mı bunlar?" gibisinden bir bakış fırlattı. Garip bir İspanyolca konuştuğu için ne dediğini pek anlamadık ama herhalde içeri davet ediyor diye atladık resmen. İçerisi bu istasyonda çalışanların koğuşuydu. İki çift katlı ranza, bir küçük tüplü televizyon, elektrik sobası, küçük tüp, çaydanlık v.s. bir şeyler vardı. Diğer eleman ranzaların birinde uyuyordu, o da kalktı. Biz hala titriyorduk. Neyse ki adam elektrik sobasını açtı, birer de tabure aldık ve sobanın başında ısınmaya çalıştık. Bu arada bir süre sonra bizim Alman gençler ile park girişinde geçtiğimiz çift de aynı yere titreyerek geldiler. Adamların koğuşunu istila etmiştik resmen. Bu durumdan pek memnun olmasalar da pek de bir şey diyemediler.

Elektrik sobasının başında ısınmaya çalışıyoruz. Larissa'nın içi geçmiş. :)

Hep birlikte sobanın başında titreyerek oturduk. Kah birbirimizin haline bakıp güldük, kah uyukladık. Bu arada Dünya Kupası maçı vardı, onu izledik. Ara ara dışarı bakıyorduk ama yağmurun şiddeti hiç azalmamıştı. Artık saat 7 ye geliyordu. Yağmur biraz hafiflemişti, bir de artık adamları rahat bırakalım diye koğuştan çıktık. Adam da ocağı kapatmıştı zaten ve artık kibarca kovdu bizi.


Binadan çıkınca amacımız direkt koşar adım aşağı inmekti. Alman gençler zaten çıkar çıkmaz dönüşe geçtiler. Biz de biraz ayaküstü tartışırken yağış durmuş gibiydi. Baktım zirvenin 200 m altındayız, Selda "E hadi devam edelim, gidelim zirveye" dedi. Çok üşüyorum ama buraya kadar gelmişken de gitmeden olmaz, tamam dedim. Larissa "ben donuyorum diğer Alman çocuklarla döneceğim" dedi. Peki dedik. Sonra o da herhalde biz vazgeçmeyince fikrini değiştirdi. "Gerçekten zirveye mi devam edeceksiniz?" dedi. "Evet" dedik. "İyi ben de geliyorum! "

Vericilerin oradaki düzlükte zirveyi işaret eden tabela. "Dikkat, kayalık alan!" uyarısı var.

Antenlerin solundan giden dar patika, bir kaya bloğu ile kesiliyor. Burada kısa ve basit bir kaya tırmanışı yapmak gerekiyor. Bazı yerleri biraz boşluklu ve ürkütücü birkaç yan geçiş var. Kayalar da ıslak ve kaygan. Ben önden çıktım, baktım arkada Larissa gelmiyor. Tereddüt ediyor. "Burası çok tehlikeli, emin misin" diyor. Selda onun önünden çıkınca o da ikna oldu ve biraz zorlansa da tırmandı.

Kayalık bölümünün başlangıcı.

Zirveye ulaşmak üzereyiz. Altımızda bulutların arasında verici antenleri.

Nihayet 7.30 gibi zirvedeydik. Biraz da ısınmaya başlamıştık. Zirvenin keyfini çıkardık. Normalde buranın muhteşem bir manzarası oluyormuş. Hem Karayip Denizi, hem de Pasifik Okyanusu görülebiliyormuş. Biz bir şey göremedik tabii ki. :). Fakat o bulutlu hali bile çok güzeldi.

Zirve!