Selda
Island Peak (6.189 m) / Himalayalar'da ölümden döndük!
Güncelleme tarihi: 28 Şub 2022
Nepal seyahatimize de son yıllardaki birçok seyahatimizde olduğu gibi bir dağ eklemeyi ihmal etmemiştik. Hem Everest Ana Kampı’na yakın, hem görece kısa ve kolay (!) (Zorluk seviyesi için yazının sonuna bakınız) bir dağ olan Island Peak ya da bilinen yerel adı ile Imja Tse. Büyük bir buzul denizinin ortasında yükselen ve yukarıdan bakınca bir ada gibi görünen bir dağ olduğundan yabancılar bu ismi vermişler 6.189 m’lik bu dağa. Bizim de ilk 6.000 metrelik dağ tecrübemiz olacaktı.
Island Peak, Khumbu Vadisi’nin doğuya uzanan bir kolu olan Chukkung Vadisi’nin sonunda bulunuyor. #Sherpa*'mız Mingma ile beraber, Everest Ana Kampı sonrası kaldığımız Gorak Shep’ten Dingboche’ye inmiş ve geceyi orada geçirmiştik.
*Sherpa (Şerpa): Tibetçe Shar (doğu) Pa (halk) kelimelerinin birleşiminden oluşan ve doğu halkı anlamına gelen ve Tibet'ten yüksek dağ geçitlerini aşıp Nepal'in kuzeyindeki yüksek Himalaya vadilerine yerleşen dağ halkı. Sayıları 150.000 civarındadır. Nepal dilinden farklı Şerpa dili konuşmaktadırlar. Tibet Budizm'ine inanırlar ve oldukça dindar denebilecek bir halktır. Modern dünyada tüm yüksek Himalaya dağ çıkışlarının en önemli aktörleridirler. Onlar olmadan 8.000 m'lik bir dağa çıkmak mümkün değildir. Tüm zor işleri onlar yapar. Kısa boylu, tıknaz ama göründüklerinin aksine son derece güçlü, dayanıklı 10 kaplan gücünde insanlardır. Ayrıca son derece kibar, güler yüzlü, doğa dostu ve neşeli insanlardır.

12.10.2014 – CHUKKUNG VADİSİ'NE GEÇİYORUZ (4.730 m)
Nepal seyahatimizin 10. gününde Dingboche'de sabah 6.30 gibi kalktık. Katmandu’dan küçük bir uçakla Lukla’ya; oradan da 10 günlük bir yürüyüşle Everest Ana Kampı'na ulaşmıştık. Dağı, özellikle aklimatizasyon için yürüyüş sonrasına bırakmıştık. Ana Kamp yürüyüşünden sonra alçalarak 4.700'lerdeki Dingboche’ye vardık ve dinlenmek için bir gece orada konakladık. Ertesi sabah, tüm seyahat boyunca olduğu gibi kahvaltıda yumurta yedik. İnsan demleme çay, beyaz peynir ve zeytini özlüyor tabi. Hem yüksek irtifa hem de yeterli beslenememekten biraz kilo vermiştik.
Dingboche’den çok güzel manzaralar eşliğinde, Chukkung Vadi’si boyunca dinlene dinlene, fotoğraf çekerek, yavaş bir tempoyla 2,5 saatte Chukkung’a ulaştık. Karşımızda dağımız Island Peak’i de görebiliyorduk.

Yavaş yükselmemizde irtifa kadar vadinin güzelliğinin de etkisi vardı. Karamuklar sonbaharda kıpkırmızı olmuş, vadinin içerisinde gürül gürül bir dere akıyor, etrafımızda muhteşem dağ silsileleri, solumuzda Lhotse, arkamızda Ama Dablam... Bir yandan da ikimizin de boğazı çok kötüydü, çok acıyordu. Bu bölgeye has Khumbu Öksürüğü denen bir kuru öksürük ve boğaz ağrısı var. Birçok kişi yakalanıyor. Bölgeden ayrılıp daha alçak ve nemli havaya gidince kendiliğinden geçiyor. (Bizde de böyle oldu).

Yine Chukkung’ta bir #teahouse*’a yerleştik. Yeni yapılmış, temiz, güzel, manzaralı bir pansiyondu. Tuvaletler filan da gayet temiz. Tüm seyahat boyunca havadan yana şansımız çok iyi gidiyordu. Bugün de sıcak ama bulutlu bir gündü. Zirve günü için dua etmeye başladık. Birkaç gün daha iyi havaya ihtiyacımız vardı. Everest bölgesi irtifa ve buzulların da etkisiyle gündüz açık havalarda, yüksek U/V etkisiyle yakıcı ve kavurucu bir güneşe sahip. Biz hep yüzümüz gözümüz sarılı, kafada şapka ve açık yerlerimize güneş kremi sürerek yürüyüşler yaptık. Aksi taktirde gerçekten kavrulabilirsiniz. Güneş gidince de bir anda bir serinlik çöküyor. Gece-gündüz sıcaklık farkı çok fazla.
*Teahouse: Tam çevirisi "çay evi" olan ama aslında gerçek işlevleri basit konaklama ve yeme-içme hizmeti sunmak olan hostel-pansiyon benzeri yerler. Nepal'e gidecekseniz ve doğada, dağlarda yürüyüş yapmak gibi bir planınız varsa siz de muhtemelen bu teahouse'larda kalacaksınız.
Buradaki teahouse’un içinde malzeme kiralanan küçük dükkandan bana günlüğü 500 Rupi’den plastik bot kiraladık. Küçük numara bulmak zor maalesef ama her türlü malzeme var burada, taşımaya hiç gerek yokmuş. Keşke hiçbir malzemeyi taşımayıp direkt buradan kiralasaymışız diye düşündük. Malzemeler hem çok çeşitli hem de yeni ve kaliteli görünüyordu. (Diğer krampon, bot vb malzemelerimizi Katmandu’dan kiralamış ve 10 gündür yanımızda taşımak zorunda kalmıştık.)
Öğlen boğazlarımıza iyi gelir belki diye çorba içtik. Bahçede güneşlendik biraz. Sürekli nane, zencefil çayı içtik. Zaten ortamdaki herkesin ya elinde, ya masasında bir büyük termos, devamlı bir şeyler içiyorlar. Yüksek irtifaya uyumun en önemli yardımcısı bol sıvı alımı. Etrafta zirve için hazırlanan başka ekipler, daha önce zirve yapmış malzemelerini kurutan, zirvenin keyfini çıkaran ekipler, yorgunluktan perişan görünenler, anlamadığımız bir dilde konuşup devamlı gülüşen ve her zamanki gibi neşeli Sherpa’lar...
Önder’in içerideki mini kütüphanede bulduğu "Trekking In the Everest Region (Jamie Mcguiness)" adındaki kitapta “Şerpalar dünyaya “toprak ana” derler. Yeryüzü eti, kayalar kemikleri ve sular ise kanıdır.“ yazıyordu. Çok hoşuma gitti bu tabir.
5 buçuk gibi perdeleri kapatırken bir an dışarıyı gördüm. Muhteşem bir gün batımı vardı. Makinem zaten hep yanımda idi. Dışarı fırladım. Birkaç pozdan sonra gidip Önder’i de çağırdım. İlk önce istemedi, ama manzarayı görünce kafayı yedik. :) Ama Dablam’ı, Island Peak’i, Lhotse’yi, aşağıdaki vadiyi çektik bir sürü. Muhteşem bir gün batımıydı. Sarı, pembe, kırmızının her türlü tonu. Bu olağanüstü gün batımının başka bir şeyin habercisi olduğunu sonradan öğrenecektik.

Akşama yine noddle çorbası içtim. Önder de ton balıklı spagetti yedi. 10 gündür aynı şeyleri yemekten biraz bıkmıştık. Bu koşullarda ve yüksek irtifada yemeklerin de bir tadı yok. İkimizin de bademcikleri hala kötü. Sürekli çay içmeye ve burun silmeye devam. Pansiyonda bir ilaç verdiler ama bir işe yaramadı.
13.10.2014 – ISLAND PEAK ANA KAMPINA YOLCULUK (5.100 m)
Sabah yine erkenden uyandık. Eşyaları fazla dağıtmamıştık zaten. Toparlandık hemen. Bugün Island Peak ana kampına yürüyeceğiz. Artık tırmanış çok yakın.
Kahvaltıdan sonra Island Peak Ana Kampı’na (5.100 mt) doğru 7 buçukta yola çıktık. Chukkung’un karşı yamacına doğru biraz yükselip sonra dik ve dar bir sırtın üstünden devam ettik. Hafifçe yükseldi yol. Sonra ortasından dere akan geniş bir düzlüğe geldik,. Derenin solundaki vadiden girip devam ettik. Ara ara dikleşen patika genelde rahattı. 1 kere mola verdik bir şeyler yemek için. 3 buçuk saatte kampta idik. Hava kapamıştı iyice biz yükselirken. Tam kampa ulaşıp çantaları çadıra atmıştık ki kar yağmaya başladı.

Menümüzde yine makarna vardı. Hem de soğuk. Zorla yemeye çalıştık ama pek gitmedi doğrusu. Birkaç parça bisküvi ile birlikte bol bol çay içtik.
VİDEO : "2 saattir kar yağıyor. Çok sinir bozucu çok!" o daha 36 saat daha yağacak haberimiz yok :)
Öğleden sonra da kar yağmaya devam etti şiddetini arttırarak. Moralimiz bozuldu biraz. Normalinde bu gece zirve denemesi yapma planımız vardı. Her yer beyaz bir örtüyle kaplanmaya başlamıştı. Akşam olmasını beklerken malzemeleri denedik, kramponları ayarladık, çadırda karın yağışını dinledik.
Normal şartlarda Island Peak'e tırmananlar 5.600 metredeki yüksek kampı da kullanıp 2 günde zirve yapıyorlar fakat biz vaktimizin çok kısıtlı olması sebebiyle direkt na kamptan zirve yapacaktık. Yarın uzun bir gün bizi bekliyor.

Kar yağışı hızlanmış, tipiye çevirmişti. Karşıdaki dağlardan da çığlar düşüyordu, uzaklardan büyük gümbürtüler halinde çığ düşme sesleri geliyordu. Oldukça ürkütücü idi. Neyse ki bulunduğumuz yer çığ riskine açık bir yer değildi. Yukarıda Ama Dablam eteklerinde bir buzul gölü varmış, oraya yürümeye karar verdik. Yukarı çıkarken karla kaplanmış taşlar epeyce kayıyordu, dik yamaçta biraz ürktüm doğrusu. Plastik botlar kayıyordu.

Hava artık kararmaya yakındı ama kar hala durmamıştı. Geldiğimizden beri yağıyordu. Artık tüm vadi bembeyazdı. Yollar, taşlar, kayalar hepsinin üzeri örtülmüş ve beyaz, vadideki tek renk halini almıştı. Akşam yemeğinde de çok fazla bir şey yiyemeden 7 gibi yattık. Kar hala yağıyordu. Hava soğuğu gitmiş, yumuşamıştı. Bu daha da kötü haberdi. Bu gece zirveyi deneyecektik ama hava böyle devam ederse bu pek mümkün olmayacaktı. Endişeli, endişeli tulumlarımıza girip uyumaya çalıştık. Çadırın üzerinde devamlı kar birikiyordu. Ara ara kalkıp içeriden vurarak temizliyorduk. Temizleme işleri ve zaman zaman uzaklardan gelen çığ gümbürtüleri eşliğinde uyur uyanık sabahı ettik.

14.10.2014 - ZİRVE DENEMESİ
Saat 01.00’de uyandık. Şerpa’mız Mingma 15 dk sonra çadıra geldi gidiyoruz diye. Kar hala devam ediyordu. Neredeyse 12 saattir yağıyordu. Kahvaltıda bir şey yiyemedim her zamanki gibi. Hazırlıklarımızı tamamlayıp, emniyet kemerlerimiz kuşanarak 02.15’te yürümeye başladık. Kamp alanının ilerisindeki vadiye doğru biraz yürüdük kafa lambalarımızın ışığında. Sonra soldan dağın yamacına, kayalık bölgeye doğru yükselmeye başladık. S ler çizerek toprak patikadan yaklaşık 500 mt yükseldik. Kar yağıyordu ama soğuk değildi. Önder’le kaz tüyü montları üzerimizden çıkardık hatta yükselirken terlemeyelim diye. Önümüzde giden bir ekip vardı, bizden yarım saat önce başlamışlardı, kayaların başlangıcında onlara yetiştik. Kayalık kısım normal hava şartlarında elle çok rahat çıkılabilecek kısa tırmanışlardan oluşuyordu. Bazen altı yüksek uçurum, boşluklu, tehlikeli sayılabilecek yan geçişler yaptık. II-III derece denebilecek basit kaya çıkışları vardı fakat kayaların üzeri karla kaplanmıştı ve plastik botlar inanılmaz kayıyordu. Bir yandan da kayaya tutunmaktan kaz tüyü eldiven ve iç eldivenim ıslandı çok fena. Kaya yapısı biraz Kızılkaya’nın basamaklı yapısına benziyordu. Kar hala yağmaya devam ediyordu. Ara sıra yine büyük bomba patlamaları gibi çığ düşmelerinin sesini duyuyorduk. Hatta bir tanesi çok yakından bir yerden geldi. Hem karanlık, hem kar, sis nedeniyle etrafı hiç göremiyorduk. Etrafı görememek ve böyle büyük bir gümbürtünün nerede olduğunu bilememek çok sinir bozucuydu. Biz kaya parkurunda tırmandığımız için çığ riski burada yoktu. En azından bunu bildiğimiz için daha rahat tırmanıyorduk.

Kayalık tepelerin ilkinde sol yamaç tarafında yükseliyorduk ki karşıdan birilerinin indiğini gördük. Bu arada öndeki ekip de durmuştu, biz de onlara yetişip durduk. Şerpalar kendi aralarında konuşuyorlardı. Dönen ekiptekiler karın çok fazla olduğunu ve zirvenin tehlikeli olacağını söyleyip inişe başladılar.

Kaya etaplarından sonra geniş bir buzul platosu geçiliyor. Bu platoda derin buzul çatlakları, metal merdivenlerle aşılıyor. Plato bitiminden sonra ise tırmanışın en zorlu yeri olan ve son zirve kılçığına ulaşan dik buz tırmanış parkurunu aşmak gerekiyor. Bu havada hem üzerleri kapanan platodaki buzul çatlakları tehlike oluşturuyordu hem de dik kulvarda biriken kar ve zirvede yakalanılabilecek şiddetli rüzgarlı bir tipi ve elektrik fırtınaları. Biz de bir süre kendi aramızda tartıştık. Önder devam etmek, en azından buzul platosuna kadar çıkıp durumu görmek istiyordu. Ancak ben kayaların kaymasından tedirgin olmuştum ve üşümüştüm. Havanın da pek düzeleceği yoktu, dönmek istedim. Ayrıca Mingma, "Bir şekilde zirveye ulaşsak bile kar bu şekilde devam ederse dönüşümüz çok zor olur, büyük risk alırız" demişti. Yarım saat kadar tartıştık. Platoya çıkan son yamaç önümüzdeydi. 5.800 metre civarında bir yerdeydik. Diğer grup da bize bağlı gibiydi biraz. Mingma da inme taraftarıydı, ama kararı bize bıraktı. Mingma, birkaç kez Everest de dahil olmak üzere civar dağlarda yüzlerce tırmanış yapmış tecrübeli bir şerpaydı. Sonuçta buraları en iyi bilen oydu ve onun fikrine güvendik. Normalde Türkiye'de bir tırmanışta olsak çoktan dönmüştük fakat bu kadar uzaklara gelip, bu kadar uzun süredir planladığımız bir dağ faaliyetinden bu kadar kolay vazgeçmek de istemiyorduk. Fiziksel olarak da kendimizi iyi hissediyorduk. Nihayet, diğer grubun da inmeye karar vermesiyle, biz de sonunda dönmeye karar verdik :((. Önder çok üzüldü. Biraz da beni yalnız gönderemediği için inmek zorunda kaldı :( Gerçi bu havada gitmemesi benim içimi çok rahatlattı. Bunun ne kadar doğru bir karar olduğunu sonradan anlayacaktık. Biz bu arada Nepal'de olanlardan habersiz sadece dağda bir fırtınaya yakalandığımızı zannediyorduk. Halbuki Nepal tarihinin en büyük fırtına felaketinin gerçekleştiği ve onlarca kişinin öldüğü günde dağa çıkmaya çalışıyormuşuz. Sonrada olanları öğrendiğimizde verilmiş sadakamız varmış dedik. Ne olursa olsun hayatta kalmak için dağda dönmeyi bilmek gerek.
