Önder
Buzla kaplı dev: Kazbek (5.047), Gürcistan
Güncelleme tarihi: 28 Şub 2022
Kazbek Dağı Tırmanışı (5047 m)
16-19 Ağustos 2014
1. Gün - (16 Ağustos) - Kazbegi Köyü (1800 m) – Meteo Kampı (3670 m)
2. Gün – (17 Ağustos) - Aklimatizasyon ve keşif günü 4200 m’ye kadar yükselme
3. Gün – (18 Ağustos) - Zirve Günü – ve Meteo’ya dönüş –
4. Gün – (19 Ağustos) - Meteo’dan Kazbegi Köyü’ne iniş.
1. Gün (16 Ağustos Cumartesi)
15 Ağustos Cuma akşamı artık daha önceden topladığımız çantalarımız, yıl boyunca yaptığımız tırmanış ve antrenmanlar, son hazırlık ve organizasyonlar ile Gürcistan yolculuğuna hazırdık. Sabiha Gökçen’den kalkacak uçağımız 21:30’daydı. Koşuşturmaca olmasın, rahat rahat yetişelim diye işten hayli erken çıktım. Selda’ da erken çıkıp eve geldi. Ufak tefek işlerimizi de halledip 18:30’da evden çıktık. Bir süre taksi aradıktan sonra bir tanesini yakalayarak bindik.
Köprü ayrımına geldiğimizde trafiğin her zamanki İstanbul trafiğinden de daha feci şekilde tıkalı olduğunu gördük. Neredeyse yarım saat 2. Köprü mü, 1. Köprü mü diye karar veremezken yerimizden de bir santim bile kıpırdayamamıştık. Taksicinin de “abi uçağı kaçırdınız siz” sözünden sonra kafamızdan kaynar sular döküldü, gerçekten kaçıracaktık.
Nihayet 2.köprüden gitmeye karar verdik ve köprü yoluna girdik. Trafik neredeyse hiç ilerlemiyordu. Bu arada Mesut telefon açtı önce güzel başlayan görüşmemiz, Mesut’un “ben köprüyü geçmek üzereyim siz neredesiniz?” sözüyle hayli ilginç bir hale aldı. ” Mesut? köprü? geçmek?”.. Bu kelimeleri bir an örtüştüremedik, ama sonrasında Mesut’un Avrupa yakasına geçmekte olduğunu anladık ve uçağın Sabiha Gökçen’den olduğu söyleyince onun şu an bizden daha kötü durumda olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kaldık. Dakikalar ilerliyor, ama biz bir türlü ilerleyemiyorduk. Artık uçağı kaçıracağımıza ikna olup sonraki uçaklara bakmaya başladık. Ancak aşırı pahalı ve alınacak gibi değildi uçuşlar. Bir senedir hazırlandığımız faaliyete şaka gibi gidemeyecektik. Bu arada Mesut aradı ve tekrar Anadolu yakası tarafına geçtiklerini, muhtemelen yetişebileceğini söyledi. Biz de ona tek kalsa bile gitmesini söyledik. Biz bu arada daha köprüye girememiştik. Dakikalar dakikaları kovaladı derken bir umutsuzluk ve umut arası duygularla köprüyü geçmeyi başardık. Bu arada saat de 20:15’i geçiyordu. Sonrasında mucizevi bir şekilde Kavacık ’tan sonra trafik açıldı, bizim kaptan da bastıkça bastı bastıkça bastı. 20:45 gibi havalimanına vardık. Tüm sıranın önüne geçerek içeri girdik ve eşyalarımız vermeyi başardık. Mucizevi bir şekilde yetişmiştik uçağa. Gerçekten çok mutluyduk.
Mesut bizden önce gelip işlemlerini halletmişti zaten. 3 saat önceden de çıksan İstanbul’un azizliğinin ne zaman tutacağı belli olmuyor. Uçağa yetişmiş olmanın sevinci ile kan ter içinde kalmış ve yorulmuş bedenlerimizin perişan halini dinlemeden kendimizi uçağa attık. Sorunsuz ve güzel bir yolculuktan sonra Tiflis’e gece 01:00’de indik.
Daha önceden yazıştığımız ve bize taksi göndereceğini ileten Ketino’nun taksicisi ile bir aksilik olmadan buluşabilmeyi diledik. Ketino gece taksi gönderebilirim deyince biz bir gün sonra çıkacağımız Meteo kampına bugün çıkmak üzere planımızı değiştirmiştik. Zira hava durumuna göre her gün biraz daha kötüye gidiyordu hava; zirveyi riske atmak istemedik. Neyse ki Ketino’nun taksicisi planlandığı gibi oradaydı. İri kıyım, kırmızı suratlı, kocaman elli bir adamdı. 200’er dolardan toplam 600 doları orada Lari’ye çevirdikten sonra Kazbegi köyüne doğru yola çıktık.
Adı Tamazi olan şoförümüz tek kelime İngilizce bilmiyordu. Devamlı “Orkun, İstanbul, Kazbegi” diyordu ve 4-5 gün boyunca devamlı aynı şeyleri tekrar etti. İstanbul’dan gelen bu Orkun arkadaşımız gerçekten büyük iz bırakmış. Şoförümüzle işaret diliyle bile anlaşamayarak yola koyulduk. Google Translate’den “Merhaba” ve “Adın ne” gibi temel cümleleri bulup söylemeye çalıştık. Bizim isimlerimizi de söyledik, ama hiçbirini düzgün söyleyemedi. Benim adımı da “Kondar” olarak telaffuz etti ve benim adım artık Gürcistan seyahati boyunca “Kondar” olarak kalacaktı. Sonradan öğrendiğimiz üzere kondar Gürcüce’de bir otun ismiymiş sonradan kendisini de gördük köyde.
Çin malı sağdan direksiyonlu cip-minibüs karışımı araçla ortalama 40-50 km hızla ilerliyorduk, Orkun hayranı şoförümüz yarı uyur yarı uyanık bir şekilde (hatta yolda bir saat kadar uyuduk) raporlarda 2 buçuk saat kadar sürdüğü söylenen yolu 5 saatte alarak 06:00 gibi Kazbegi köyüne girdik. Yolda birçok yerde yol çalışmaları v.s vardı.
Ketino’nun evine girdik, ortalıkta kimse yoktu. Biz de salonda bulduğumuz kanepelerin üzerine sızdık hemen. Birkaç saat uykunun ardından 09:00 gibi kalkarak Ketino ile tanıştık. Cana yakın, sevimli bir kadın. İngilizcesi de gayet iyi. (Sonradan gördük ki burada genelde kadınlar iş başında ve her şeyi yönetenler onlar :). ) Hemen kahvaltı sofrasına oturduk ve Meteo kampına çıkmak istediğimizi, bu akşam kalmayacağımızı, ancak dağdan döneceğimiz akşam olan Salı akşamı kalacağımızı ilettik, “tamamdır” dedi.

Kahvaltıdan sonra fazla eşyalarımızı Ketino’da bırakarak, yine Tamazi’nin aracıyla ilk durağımız olan ve eşyalarımızı katıra vereceğimiz Sameba Kilisesi’ne doğru yola çıktık. Yaklaşık 1 saat süren ve gerçekten kötü bir yol ile ulaşılan kiliseye vardık. (Buraya yürüyerek çıkmak da mümkün. Oldukça dik, toprak bir patika var.) Burası birçok kişinin ziyaret ettiği, gayet turistik bir yer ve arkasında uzanan Kazbek manzaralı geniş bir çayırı var. Gerçekten güzel bir yer. Kiliseyi dönüşte gezmek üzere arkamızda bıraktık. Katırlara verilecek yükleri Tamazi’ye emanet etikten sonra küçük sırt çantalarımızla Meteo ’ya doğru yola düştük.
Öncelikle orman içinden başlayan belirgin patika daha sonra çimenlerin arasından kıvrılarak ilerlemeye devam ediyordu. Patika oldukça belirgin, manzara muhteşem, oldukça keyifli.. Tempolu bir yürüyüşle bizden öndeki ekipleri bir bir geçtik.


Çok geç kalmadan kampa ulaşıp çadırlarımızı kurup uykuya dalmayı planlıyorduk. Dün gece oldukça maceralı ve yorucu olmuştu. Aslında dün deniz seviyesinden gelip bugün direkt 3700 metre Meteo’ya kadar yükselmek normalde doğru bir tercih değildi. Ancak biz arka arkaya yaptığımız faaliyetlere güvenerek ve havanın da bozacağını düşünerek faaliyeti 1 gün öne almıştık.
Sedlo Arsa denen 3000 metre civarındaki geçidi aştıktan sonra, Sabema’da uzaktan gördüğümüz Kazbek Dağı’nı ve buzulunu tüm ihtişamıyla gördük, gerçekten etkileyici bir görüntüsü var.


Bu geçitten sonra yol biraz alçalıyor daha sonra buzula doğru tekrar yükseliyor. Alçaldıktan sonraki düzlük ise 3100 kampı. Birçok ekip ilk kampı burada atıyor. Biz buraya yaklaşırken bizim katırcı boş katırla ve telaşlı bir şekilde geri dönüyordu. Yanımızdan geçerken bize bir şeyler anlatmaya çalıştı ama anlamadık tabi, o İngilizce biz Gürcüce ya da Rusça bilmiyorduk. “Eşyaları bıraktığını anlatmaya çalışıyor herhalde” diye düşünüp yolumuza devam ettik. Bu arada dağda hava fena şekilde patlamıştı. Tüm dağ kapanmış, bulunduğumuz noktada da gök gürültüsüyle beraber şiddetli bir yağmur başlamıştı. Bir süre daha ilerlediğimizde, o da ne kamp alanında bizim eşyalar (katırcının da eşyaları aynı zamanda) yere atılmış ve yağmurda ıslanmaya başlamış bir şekilde başıboş duruyordu. En mühimi Mesut’un çadırı ortalıkta yoktu. Birden sinirlenmekle, çaresizlik arasında bir halde kalakaldık. Yağmur yağıyor hem biz hem de çantalarımız ıslanıyordu, ayrıca daha Meteo’ya birkaç saat yolumuz vardı. Ağır, büyük çantalarımızı (çantalarımızın içindeki kıyafet v.s. malzemeleri sırt çantamıza alıp büyük çantalarımızı suyla doldurmuştuk) Meteo’ya taşımamız imkânsız görünüyordu. Ayrıca bir çadırımız eksikti. Kısa bir süre ne yapacağımızı tartıştıktan sonra, bizim çadırı kurup 3 kişi geceleyip yarın tekrar bir katırcı bulup üst kampa çıkmak konusunda mutabık kaldık. Ayrıca bir an önce çantaları da ıslanmaktan kurtarmamız gerekiyordu. Plan yine 1 gün sarkmış görünüyordu. Bu arada Mesut’la Selda bizim çadırı kurup eşyaları içine atarken; ben telefon çeken yüksek bir yere çıkıp Ketino’yu aradım. Yine yarım yamalak anlaştık. “Katırcıyla konuşup problemi öğreneceğini ve bana döneceğini” iletti. 10-15 dakika sonra geri aradı ve katırcının gelirken Mesut’un çadırını düşürdüğünü ve eşyaları yıkarak çadırı aramaya geri gittiği söyledi. Meğer yanımızdan geçip giden katırcı da bize bunu anlatmaya çalışıyormuş. Kadından bu bilgiyi aldıktan sonra katırcıyı bekledik 1 saat kadar. Geldiğinde yine anlaşamadık tabi. Sadece çadır ve matı bulamadığını anladık. Kamp alanında hem Rusça hem de İngilizce bilen birileri vardı çok şükür. Biz İngilizce derdimizi anlattık, onlar da Rusça katırcıya aktardılar. Biz üst kampa çıkmak istediğimizi çadırı bir gün sonra Meteo’ya getirmesini söyledik. Nihayetinde kalan eşyalarımızı yükledik, çadırı tekrar topladık ve yeniden Meteo’ya doğru yola koyulduk. 2 saat kadar vakit kaybetmiştik.
Gergeti Buzulu’na ulaştığımızda kramponlarımız taktık. İp birliğine girmeye ihtiyaç duymadık. Önümüzde ilerleyen ekipler vardı.

Onların ve katırların izini (ayak izi değil elbet! :) ) takip ederek buzul boyunca yükseldik. Bu güne kadar ancak Ağrı’nın son buzulu üzerinde yürümüş ve Kilimanjaro ’nun devasa ama erimiş buzullarını uzaktan görmüştük. İlk defa bu denli büyük bir buzul üzerine ayak basmıştık ve hep o anlatılan büyük devasa çatlakları ve ilerisinde morenleri hayretle izledik. Gerçekten bu buz denizi muhteşem bir manzaraydı. Burası böyle ise Himalayalar, And Dağları, Patagonya nasıldır diye düşünüyor insan.. Gidip görmeli mutlaka. Buzulda çatlakların arasından kıvrılarak yükseldik. Artık Meteo kampını tepemizde çok net görüyorduk. En uygun yerde buzuldan ayrılarak toprak alana ayak bastık. Meteo’ya ulaşmak için son dik, toprak/taş karışımı patikayı da ağır adımlarla çıkarak kampa ulaştık.


Burası Sovyet döneminde meteoroloji gözlem evi olarak kullanılmış. Ancak Sovyetler Birliği yıkıldığında Gürcülere kalmış ve dağ evi olarak kullanılmaya başlamış. Bina oldukça eski ve bakımsız. Gürcülere geçtikten sonra da herhangi bir iyileştirme yapılmamış. Alpler ’deki lüks (ancak bir o kadar da pahalı) dağ evleriyle falan kıyas kabul etmez ama İran’dakilerden de oldukça kötü durumdaydı. Aslında biraz bakım yapılsa eli yüzü düzgün bir hale gelir. Dağ evine ulaştığımızda hemen kendimize en uygun ve sessiz çadır yerini seçtik. Kalabalık bir grup Meteo’nun önündeki alandaydı. Biz ise Meteo’nun alt tarafındaki birkaç çadırlık küçük alana çadırımızı kurduk. Çadırı mevta olan Mesut için ise dağ evinde bir yer baktık. Neyse ki yer varmış. Akşam yemeğinde görüşmek üzere ayrıldık.

Mutfak Meteo’nun içerisindeydi, suyu ise buzuldan aşağı çekilen dışarıdaki hortumdan tedarik etmek gerekiyor. Bu su biraz çamurlu ve kumlu. Bir tülbentle şişelere alınmasında fayda var ve kaynatarak kullanmak gerekli. Akşam yemeğinde klasik yemeğimiz Barilla’nın tortellini makarnası vardı, mutfak alanında pişirip afiyetle yedik.
Mutfak alanı oldukça kötü durumda daha önceden bırakılan malzemeler, tencereler, tüpler, çöpler hepsi burada. Lavabo pis kap kacakla dolu, içerisi ana baba günü. Ertesi gün yemeği dışarıda bir yerde yapıp yemeye karar verdikten sonra ve mutfakta tanıştığımız susmak bilmeyen İsrailli hanımefendiden kıvrak bir manevrayla kurtulduktan sonra, Mesut odasında biz de çadırımızda dinlenmeye geçtik. Ne de olsa maceralı ve yorucu bir gündü. Bize 3-4 gün gibi gelen ama sabahı İstanbul’da başlayan gecesi Meteo kampında son bulan oldukça uzun bir gündü.
2. Gün (17 Ağustos Pazar)
Dünün yoğunluğuyla neredeyse deliksiz bir şekilde uyuduk. Neredeyse çünkü gece boyunca birkaç kere tulumumdan resmen fırlayıp hop oturup hop kalktığımız anlar oldu. Derin uykunun arasında önce gök gürültüsüne benzer, sonra bomba patlamasına yakın arka arkaya çok şiddetli gürültüler duyduk. Önce ne olduğunu anlamadık, hava gayet açık görünüyordu. Sonraki patlamaları daha dikkatli dinleyip bunların karşı dağın (Ortsveri) yamacından bomba gibi düşen kaya ve buz parçaları olduğuna kanaat getirdik. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiş ve duymamıştık. Bir süre sonra alışıp tekrar uykulara dalsak da gecenin bir vakti heyecanlı vakitler geçirdik doğrusu. İnsan her şeye alışıyor.

Sabah 08:00 gibi uyandık. Bugünkü planımız rotanın en sıkıntılı bölümü olan moren labirentini geçmek, bu şekilde devamlı hareket eden buzul ve buzultaşların en güncel halini birebir tespit etmekti. Akşamdan kararlaştırdığımız gibi Meteo’nun sevimsiz mutfağı yerine, bizim çadırın önündeki düz arazide kahvaltımızı yaptık. Hava da gerçekten muhteşemdi: Sıfır bulut, sıfır rüzgâr.. “Keşke bugün zirveye gitmiş olsaydık” diye içimizden geçmedi değil. Artık yarın ki hava kısmet diyerek, tıka basa yemeğimiz yedik, çayımızı yudumladık. Bu arada gece boyunca gümbürdeyen Ortsveri yamaçlarından güneşin çıkması ve eriyen buzullar nedeniyle taş kaya düşmesi; düşmesi demek az kalır "yağması" standart bir hal aldı. Artık gümbürtülere, patırtılara aldırmadan çayımızı içiyor, aldırmıyorduk. Rutin bir olay haline gelmişti.
Kahvaltı sonrası çantalarımızı toplayıp 09:30 gibi yürüyüşe başladık. Önce belirgin patikadan ilerledik, rota üzerinde birkaç noktada öğleden sonra dereye dönüşen buz geçişleri var, buralardan geçişte sıkıntı yaşadık. Patikayı takip edip yükseldikten sonra, öncelikle beyaz hacın olduğu tepeye ulaşılıyor. Buradan bir süre manzaraya baktıktan sonra, ikinci durağımız olan siyah haça doğru devam ettik. Kısa bir süre sonra siyah hacın olduğu düz alana ulaştık.
