2012 Kilimanjaro, 2013 Demavend, 2014 Kazbek 'ten sonra bu seneki yurtdışı 5.000'lik hedefimiz yine komşu coğrafyamızda bulunan Elbruz Dağı oldu. Bizim deyimimizle Elbruz, genel bilinen ismi ile Elbrus (Rusya'da olduğu için, ben sonundaki rus kısmını Rusya ile bağdaştırmıştım ama alakası yokmuş) Ulu (Kutsal) Dağ manasına geliyormuş ve aynı zamanda İran'da Demavend Dağı'nı da barındıran Alborz sıra dağları ile aynı kelime kökünden değişime uğramış.
Elbruz, Kafkas sıradağlarında bulunan ancak volkanik özellikte bir dağ. Bu nedenle bizim Ağrı, Demavend gibi dağlar ile kuzen sayılabilir. Elbruz bir stratovolkan. Doğu zirvesi 5.621 mt ve batı zirvesi 5.642 mt.. Elbruz'un Bin dağ, Sonsuz Dağ, Kutlu Dağ, Ruhların Kralı, Mutluların Yeri, Kutsal Yükseklik ve Dillerin Dağı gibi anlamları var.
Elbruz'un bir diğer önemli özelliği ve yıl içerisinde çok sayıda dağcıya ev sahipliği yapmasının sebebi de 7 Summits (sonradan 8 oldu galiba) denen ve her kıtanın en yüksek zirvesine çıkılmasını hedefleyen dağcılık maratonunda, Avrupa'nın en yüksek zirvesi olarak kabul edilmesi. Aslında uzun yıllar boyunca Avrupa'nın en yüksek zirvesi aynı zamanda Alp silsilesinin de en yüksek dağı olan Mont Blanc'ın 4810 metrelik zirvesi sayılmıştı ancak doğu blokunun yıkılması ile Rusya'nın Avrupa ülkesi olması ve aslında coğrafi Avrupa'nın, Kafkas Dağları'ndan başladığının kabul edilmesiyle Mont Blanc'ın pabucu dama atıldı. Şu an her iki zirve de kabul ediliyor sanırım.
Bu faaliyeti mensubu olduğumuz İstanbul Dağcılık Kulübü'nden sevgili dostlarımız Mesut ve Can ile birlikte planladık. Elbruz Dağı'ına nasıl gidilir, nasıl ulaşılır konusunda ilk araştırmalara başladığımızda bu dağın daha önce hiç adını duymadığımız Kabardino-Balkarya denen bir özerk cumhuriyet sınırları içerisinde yer aldığını ve daha da ötesi buraya çok yakın bir kasaba olan Mineralyne Vody'ye direkt uçuş olduğunu öğrendiğimizde şaşırdık kaldık. Bir diğer şaşkınlığı da aslında bu dağın geçen sene Kazbek sonrası gittiğimiz Mestia ve son gün yürüdüğümüz Ushba Dağı yakınlarındaki Koruldi Gölü'nün nerdeyse hemen arkasında olduğunu tespit ettiğimizde yaşadık. Keşke geçen sene Kazbek sonrası direkt buraya devam etseymişiz diye de hayıflandık. Çünkü direkt Kazbegi'den karayolu ile buraya ulaşım varmış. Neyse sonuçta bir de Rusya'ya gelmemiz gerekiyormuş. Gerçi buranın adı Rusya ama yerini Rusya haritasında bulmak bile zor. Kafkas Dağları'nın arasına sıkışmış kendi halinde bir yer. Öğrendik ki burada Balkar Türkleri yaşıyormuş ve 2. Dünya Savaşı'nda Almanlar'la iş birliği yaptıkları gerekçesiyle Stalin tarafından buraya sürülmüşler. Yani anlayacağınız sürgün yeri bir bölge. Ulaşımı zor, havası soğuk, her yere uzak, tarım v.s desen mümkün değil ama bir o kadar da güzel bir yer olduğunu gidince gördük.
14.08.2015 Cuma
Rusya Elbruz maceramız Sabiha Gökçen'den 23.20'de kalkması gereken, ancak alışık olduğumuz gibi yarım saat rötar yapan Pegasus uçağına binmemizle başladı. Neyse ki bu sefer Kazbek gidişinde olduğu gibi kıl payı yetişmek zorunda kalmamak için abartılı erken çıkıp erken saatlerde havalimanında olduk ve rahat rahat uçağa yetiştik.
Uçakta bizimkilere benzeyen ama bir taraftan da pek benzemeyen türbanlı kadınlar vardı. Bunlar kim acaba diye düşünürken Balkar'ların müslüman oldukları aklımıza geldi ve ilk defa türbanlı Rus görmüş olduk.
Balkarlar beyaz tenli, koyu kalın siyah kaşlı, uzun yüzlü bir halk. Hatta Bulgar'ların da ataları oldukları rivayet ediliyor. Erkeklerin hatta kadınların da sert çizgileri var, soğuk ve sert coğrafyadan olsa gerek. Cumanın yorgunluğuyla uykuya daldık. Sorunsuz 1 buçuk saatlik uçuştan sonra Mineralyne Vody Havalimanı'na ulaştık.
15.08.2015 Cumartesi
Mineralyne Vody (sonradan öğrendik ki mineral water - maden suyu demekmiş Rusça) havalimanı bizim Anadolu otogarlarından hallice bir yer. Daha çok Türkiye'de çalışan Balkarlar gelip giderken kullanıyorlar ve kadınların da bavul ticaretinin merkezi.
İran, Gürcistan derken buraya da vizesiz elimizi kolumuzu sallaya sallaya giriş yapmak çok güzeldi. Girişte sadece bir form doldurmak yetiyor ancak bu formu çıkışta geri vermek üzere seyahat boyunca saklamanız gerekiyor. Kaybederseniz ne olur işte onu bilemiyorum gerçekten. Ama vizesiz seyahat ayrı bir rahatlık hakikaten. Hele o mağrur, burnundan kıl aldırmayan Avrupa'lıların ülkelerine gitmek için yaptığımız türlü maymunluklardan sonra. Vizesiz olmasına rağmen aslında ilk girişte 2 metrelik Rus abileri görünce ve önümüzde sırada bekleyen birkaç kişiye sorular sorulunca önce biraz çekindik ama sorunla karşılaşmadan pasaport kontrolünden geçtik. Neyse ki çantamızı da hiç kontrol etmediler, açtırmadılar.
2019 Edit: Rusya'ya giriş için artık vize talep ediliyor maalesef. :(
Gitmeden önce Cheget Bölgesi'ndeki Laguna Hoteli ayarlamıştık. Aynı otelde kalacak olan başka bir Türk ekibi de varmış. Otel görevlisi bize bu bilgiyi vermişti ve otele ayarlattığımız ortak bir araç ile onlarla birlikte otele gitme kararı almıştık. Bu şekilde kişi başı maliyeti yarı yarıya düşürmüş olduk. Uçakta birkaç tane daha Elbruz ekibinin olduğu gözümüze çarpmıştı bu arada.
Dışarıda öbür ekip şoförü bulmuş, İngilizce bilmiyordu tabii. Mavi gözlü orta yaşlı kırmızı suratlı bir adamdı. Araç epey uzakta idi. Amca otopark parası vermemek için aracı dışarıda abuk bir yere parketmişti. Çantalarla yürüyüş biraz zorladı çünkü eşyalarımız Nepal hatırası duffelbag'lerimizdeydi. Bunlar seyahat için iyi ama taşımak hayli güç. Araca yerleşince şoför amca direkt parayı istedi, biz de otelde vereceğiz diye bir şekilde anlattık. 10 kişi minik, eski püskü, her tarafından hava kaçıran, dağılmak üzere olan bir minibüse tıkıştık resmen. Bizim oturduğumuz yer iyiydi yine ama diğer grubun durumu vahimdi.
Çok kötü bir yolculuktan sonra Cheget'teki Otel Laguna ya ulaştığımızda saat sabah 6 gibiydi. Bu arada Balkarya Gürcistan ile aynı meridyende olmasına rağmen Rusya yerel saatini kullandığı (Moskova) için Türkiye ile saat farkı yok. Yolda hepimiz perişan şekillerde uyuduk. Aracın içi buz gibiydi. Gün doğarken ara ara gözlerimi açabildim, manzaralar muhteşemdi. Ama garip yüksek katlı binaların olduğu karamsar kasabalardan da geçtik. Çam ağaçları vb Baksan Vadisi gerçekten çok güzel.
Otele geldiğimizde yine odalara çıkıp 9'a kadar uyuduk, çok yorulmuşuz. Otel çamların içinde, yanında debisi inanılmaz yüksek, buzul suları ile coşmuş Terskol nehri var, sesi geliyor acayip. Bizim Uludağ'daki otellere benzeyen bir kayak oteli burası aslında. Bu bölge de bir kayak cennetiymiş bu arada bunu da daha sonradan öğrendik.
9 buçuk gibi kahvaltıya indik. Ama masada birkaç parça kurumuş çedar peyniri vardı. Bir de sütle yenen kahvaltılık zımbırtılardan vardı. Suratlarımız çok komikti, kahvaltı bu mu diye :) Sonra son günlere doğru bir şekilde anlaşmayı başardığımız garson kız oturun işareti yaptı. Patatesli bir şey, buğdaydan garip bulamaç, yumurta falan getirdi neyse ki.
10 buçuk gibi odada idik, hazırlanıp dışarı çıktık. Otel Laguna Terskol un altında Cheget Bölge'sinde kalıyor. Yürüme mesafesi 15-20 dk civarında. Terskol nehrine pararlel giden Terskol köyü yolu üzerinde 2 tane malzeme kiralayan dükkan var. Kultur Multur'de çalışanlar iyiler, ama malzemeler daha eski. 7 Summits Club'daki malzemeler daha kaliteli ve yeni ama çalışan adam resmen hastaydı, gıcık adam. Hastalık derecesinde titiz birisi galiba. Fiyatlar ise aşağı yukarı aynı. Selda'ya plastik bot baktık numara bulabilir miyiz acaba diye, vardı küçük numaralar da. Nepal'de Island Peak tırmanışı için Selda'ya kiraladığımız bot oldukça dandikti. Her tarafı kopuk, aşınmış nereyi tutsan elde kalan bir plastik botu kiralamak zorunda kalmıştık çünkü küçük numara bulamadık. Neyse ki burada çeşit boldu. O kadar çok tırmanmaya gelen var ki. Bu kiralama işi bizim ülkemizde yok ne yazık ki.
Sonra köye gittik, bakkallarda ev yapımı gibi biralar (evet açık bira), kurumuş balık (Sonradan yedik.. Çekirdek yerine bunu yiyorlar çerez olarak galiba :) )
Rus askeri binasını bulduk tırmanış izni almak için. Camiden biraz daha yukarıda. Burada türbanlı kadınlar, cami v.s. görünce gerçekten Anadolu'da bir yere gitmişiz gibi hissettik. Genç bir asker ilgilendi bizimle. Neyse ki İngilizce bilen 2 genç daha geldiler, onların sayesinde formu doldurabildik. Bu arada Balkar'ların değişik bir Türkçe konuştuklarını da ilk burada öğrendik. Zorlayınca anlaşılıyor gibi ama her zaman değil. Sayılar falan aynı. Bir de Türkiye'den geldiğimiz için İran'da ki kadar olmasa da hürmet gördük. Teşekkür edip ayrıldık. Çok resmi geçeceğini, askerlerin bin türlü soru soracağını düşünmüştük. Gayet geyik geçti.
Aşağı doğru yürümeye başladık, Paxat (Rahat) Cafe'ye gittik. Dağların arasında kalmış, çam ormanlarının içinde, huzurlu bir köy. Herkes koşuyor, spor yapıyor, bisiklete biniyor. Maalesef köyde ağaçların arasında bir sürü inşaat var. Burada da doğa katliamı vardı ne yazık ki.
Rahat' da Kafkas kıyafetleri giymiş çok şirin bir kız bizi karşıladı. Türkiye'den geldiğimizi öğrenince gayet güzel Türkçe konuşan bir genci çağırdı. Onun sayesinde sipariş verebildik. Türkçeyi dizileri seyrederek öğrenmiş çocuk.
Karnımızı bir güzel doyurduk, hatta abarttık. Ben Şhorba diye bir çorba içtim (bizim çorba işte). Haşlanmış et, patates, dereotu ve sarımsak vardı içinde. Oldukça sağlıklı bir çorba. Can ve Mesut ‘da lagman çorbası içtiler. Salçalı, etli, sebze ve erişteli ( bu eriştelerden satıyorlar dükkanlarda). Yemek gibi lezzetli bir çorbaymış. Selda da peynirli çiğ börek yedi. Çiğ börek, çiğ börekti :) Dereotu vardı içinde. Seviyorlar dereotunu, her şeyde bolca kullanıyorlar. Yemek menüsünde resmen yemek isimleri Türkçe idi. Mantı, çorba, çibörek v.s. yabancılık çekmedik.
Bira içsek mi, içmesek mi derken, restaurantın sahibi 4 bira gönderdi ikram olarak. Buz gibi Stella; çok sevindik :) Sohbet, muhabbet.. Sonra kız çay (aynı şekilde söyleniyor) ister misiniz dedi, isteriz dedik. Cam demlikte, altında mum yanan bir aparatla geldi çay. Sunum çok başarılı, mekan da öyle. Bundan sonra burası klasik mekanımız oldu.
Geriye otele doğru yürüdük. Resepsiyondaki kız Antonina ile barrel (üst kampta kalınan sığınaklar) olayını konuştuk. Yarın sabah erken çıkacağımızı ve öğlen yemeğimiz için paket yapıp yapamayacaklarını sorduk. Gözlemeye benzeyen khichin (hıçin diye okunuyor) diye bir şey yapacaklar. 7 buçuk gibi odalarımıza geçtik. Yarınki Cheget faaliyeti için hazırlandık. Yorulmuşuz. Nehrin sesi eşliğinde uyuduk.
16.08.2015 Pazar
Sabah 6 buçukta uyandık. Kahvaltıya indik. "pişi" (mayalı hamurdan annelerimizin kızartması) vardı :) Pudra şekeri ile süslemişler. Çok güzeldi. Yumurta da vardı. Tıka basa yedik, buradaki kahvaltı olayını 2.gün çözmüştük; önce 1-2 peynir ve mısır gevreği oluyor. Korkuyorsunuz başka bir şey gelmeyecek diye sonradan gelsin hamur işleri, börekler, omlet v.s.
Kahvaltıdan sonra bu sefer otelden çıkıp sol tarafa, Cheget’e doğru yürüdük. 10-15 dk falan sürüyor yürüyerek Cheget. Bu kısım tam bir kayak merkezi.
7 buçuk gibi teleferiklerin orada idik. Teleferik istasyonu tam köyün meydanında. Yazın da yürüyüşçüler dışında bir sürü insan buraya gelip teleferikle yukarı çıkıp manzaranın tadını çıkarıyor. Biz yukarı yürürken, bir sürü kişi de teleferiği kullanıyordu. Biz tabi dağcılığın kaderi olarak teleferikle üstümüzden geçen onlarca kişinin altından yürüyerek dimdik yokuşa tabanvayla vurduk.
Hediyelik eşya dükkanları, restoranlar, oteller de var meydanın etrafında. Daha açılmamıştı dükkanlar. Terskol’dan daha güzel burası kesinlikle.
Teleferiğin tam altında geniş bir patika yukarı çıkıyordu. Burasıdır yol diye düşünmüştük ama Mesut’un GPS ine göre rota biraz sağdan başlıyordu. Teleferik istasyonun sağından, otellerin arkasından orman içinde yürümeye başladık. Patika gidiyordu ancak bir noktada kayboldu yol yarım saat sonra ve geri döndük. GPS e göre de geçmiştik girişi. Dönerken sağda yukarı çıkan çok dar bir patika gördüm ben. Mesut'un rotaya göre de burası giriş noktası idi. Oldukça dikti. Tam o sırada 2 kişi geçiyordu. Onlara sormaya çalıştık, anladığımız kadarıyla çıkıyordu yol Cheget’e.
Yürümeye, daha doğrusu tırmanmaya başladık. Dik, dar ve çam ormanı içinde 1 buçuk saat kadar sonra teleferiği kestik. Yola ulaştık. Burada tesisler, kafeler vardı.
Biraz dinlenip, manzarayı seyredip tekrar yürümeye başladık. Epey kalabalıktı tesisler, teleferikle gelenler nedeniyle.
Biraz yoldan yürüdükten sonra 2 yürüyüşçü ile karşılaştık aşağı doğru giden. Zirveyi sorduk, biz gitmedik yasak olduğu için dediler. Oteldeki kız da bahsetmişti bundan. Zirve, Gürcistan sınırında olduğu için eğer izin alınmamışsa, askerlerle karşılaşıldığında sorun olabiliyormuş. Hatta gözaltına alınanlar olmuş. Her ihtimale karşın pasaportlarımızı yanımıza almıştık. (Antonina öyle birşey olursa mutlaka bizim oteli söyleyin diye uyarmıştı bizi.)
Biraz sonra 2.teleferiğin bitiş noktasına ulaştık. Burada da tesisler vardı. Hava kapalı bugün. Yağmur yağdı yağacak. Elbruz’u hiç göremedik. Tamamen bulutlarla kaplıydı. Alt taraftaki buzullar görülebiliyordu sadece.
Biraz daha yükselince uyarı tabelasının olduğu yere geldik. Buranın Gürcistan sınırı olduğunu ve daha ileri gitmenin yasak olduğunu belirten bir tabela idi. Öndeki grup uyarıyı umursamadan yürümeye devam ettiler. Bizim memlekette bu tip tabelalarda yazanların tersini yapmak zaten olağan bir şey. Durur muyuz? :) Biz de devam ettik tabi onlardan güç alıp.
1 saat sonra CHEGET ZİRVE de idik saat 11 buçuk civarında. Zirve yolu hafif bir eğimle paralel giden çok rahat bir yol. Zirve altında rahat geçilebilen kayalık bir alan var. GPS zirvede 3.475 m'yi gösteriyordu.
1 saate yakın durduk orada. Sonra yavaş yavaş inmeye başladık. 2.istasyonun orada kafede çay içtik, oturduk biraz. Kafeyi işleten kadın çok şekerdi, şişe su satın almak istememize rağmen bize, dağ suyunun daha taze ve bedava olduğunu söyleyerek satmadı. Şişelerimizi çeşmeden doldurup bize verdi. (Her yerde çeşmeden su içilebiliyor burada.) Gerçekten şaşırdık, para kazanabileceği yerde bize bu şekilde yardım etti. Aslında belki gayet insani ve doğal ama o kadar unutmuşuz ki böyle şeyleri şaşırdık doğrusu.
3 gibi aşağıda idik. İnişi normal parkurdan, yoldan yaptık. Tahmin ettiğimiz gibi teleferiğin hemen altındaki geniş yoldan indik. Cheget meydan kalabalıklaşmış. Bir de pazar günü olduğu için sanırım ipini koparan buraya kaçmış. Restoranlardan mangal kokuları geliyordu, nefisti kokular.. :)
4 buçukta tekrar çıkıp eksik malzemelerimizi kiralamaya gittik. Karabinadan batona, emniyet kemerinden gözlüğe kadar her şey kiralanabiliyor. Tozluk bile kiraladı Mesut. Sonra Terskol’daki bir bakkaldan su, peynir, ekmek, kurabiye, makarna, elma, limon, zeytin, gofret, ceviz aldık. Hepsi yaklaşık 1650 ruble tuttu. Akşam yemeği için Rahat kafeye gittik; sonrasında otele dönüp, malzemeleri bölüştük, çantaları yerleştirdik.
17.08.2015 Pazartesi
Sabah alarm çalmadan 8'de kalktık. Çadırı, matları filan da aldık hosteli beğenmeme ihtimaline karşın. Belki çadır kurarız diye düşündük. Epeyce yükümüz var, yukarıya su da taşımamız gerekli su kaynağı yok çünkü (ya da kar-buz eritmek gerekiyor veya hayli fahiş fiyata kafeden satın alınabiliyor.)
Kahvaltıya indik. Reçelli pancake vardı. Akşamdan 16 tane pudra şekerli "pişi" siparişi vermiştik dağa götürmek için. Kutu gelince şok olduk. Koca kutunun içinde 60 tane tatlı getirmişler. Bir ay yeriz artık.:) Garson kızla karşılıklı bakışarak gülüştük. Yine işte dillerin azizliği biz İngilizce "sixteen" dedik onlar "sixty" anlamışlar. Neyse sonra anlaştık Antonina gelince, fazlasını bıraktık sorun çıkarmadılar.. 16 tatlı için 240 ruble verdik. Elbruz maceramıza böyle bol tatlı ile başlamış olduk :)
Nihayet heyecanla beklediğimiz Elbruz’a kavuşacaktık bugün. Otel görevlisi Antonina ile daha önceki konuşmamızda bize barellerde değil hemen o bölgede bir binada yer alan hostelde kalmamızı önermişti. Biz de bina daha iyi olur düşüncesiyle kabul ettik. Azamat diye birinin ismini ve telefonunu yazdığı kağıdı elimize tutuşturmuştu.
Eşyaları aşağıya indirdik, ekstra şeyleri otelde bıraktık. 9 gibi otelin ayarladığı araçta idik. Rahat bir araçtı. Azau’ ya doğru yola çıktık Elbruz teleferikleri için. Bizi bir yerde indirdi amca. Birkaç grup daha vardı. Biletleri gişeden aldık. Burayı gelmeden önce incelediğimiz istasyona benzetemedik hiç. Sonra sağa sola bakarken, buranın arka tarafında biraz daha ileride yeni yapılan istasyonu gördük. Burası eski istasyonmuş meğerse. Buranın avantajı bilet iade edildiğinde geri ödenecek olan 100 ruble depozitoyu vermemek oldu. Biletleri dönüş için saklamak gerekiyormuş, orada bir adam uyardı bizi (dönüşte soran olmadı gerçi.) Eski hat sadece 2 araca sahip, daha ziyade füniküler gibi, Uludağ'a çıkan eski teleferiğe benziyordu. Yeni hat yan tarafımızda, 4 er kişilik küçük bir sürü araçla daha hızlı idi. (Erciyes'e yeni yapılanların aynısı.)
Azau’dan 10-12 kişi bindik kabine. Biz çantalar, sular filan biraz zorlandık binerken. Yavaş yavaş yükselmeye başladık. İlk önce Krugosor istasyonuna geldik. Burası 1.860 mt uzunluğunda imiş. Buradan ikinci hata geçtik ve Mir istasyonuna doğru yükselmeye başladık. Bu sektör de 1.760 mt uzunluğunda imiş.
Normalinde Mir istasyonundan telesiyej hattı ile Garabashi (ya da Barrel bölgesi) ye ulaşılıyordu. Tek kişilik oturaklı olan bu hatta, elimizdeki bunca şeyle nasıl çıkacağımızı düşünüyorduk. Bazıları çantaları, paketleri, suları önden gönderip kendileri de ayrıca biniyorlar, ama eşyaların düşme tehlikesi var. Bazıları da sanırım aynı zamanda antrenman olsun diye yürüyorlar. (Biz dönüşte yürüdük; ama çıkarken o kadar yükle biraz zor olurdu.) Hava nedeniyle teleferik çalışmıyordu. Nasıl bineceğimizi düşünürken bu durum sürpriz oldu açıkçası.
Bir grup dağcı da orada bekliyordu. Meğerse araç geliyormuş. 15 dk kadar sonra kamyon-otobüs karışımı; kocaman tekerlekli, madenlerde kullanılan kaya kamyonuna benzer bir araç geldi. Bu kamyonun üzerine bildiğin otobüsü monte etmişler. 15-20 dk da yukarı çıktık. (Teleferik çalıştığı zamanlarda da yine yarım saatte bir var galiba bu araçlar.)
Volkanik koyu renkli kayaçlarla kaplı bir arazide açılmış yoldan yükseldik Garabashi'ye doğru. Antonina, hostelin tam olarak nerede olduğunu açıklayamamıştı bize. Aslında teleferiklerin bittiği noktada, betonarme sadece bir bina olduğunu söylemişti. Araç, gördüğümüz tek binanın önünden geçerken emin olamadık ve inmedik. Son durağında indik araçtan. Burası yeni yapılan istasyon inşaatının olduğu yerdi. Mir ‘den buraya da yeni bir hat yapılıyor. Adamlara aslında telesiyejin son durağında ineceğiz demiştik ama anlaşamamışız maalesef.
İndik araçtan ve eşyaları da indirdik. Ben ve Mesut aşağıda gördüğümüz binaya sormaya gittik. Can ve Selda beklemeye başladılar. Hava esiyordu bu arada, dağı hala görememiştik. Her yerde inşaat makineleri var ve gürültülü. Burada resmen bir doğa katliamı var bizim Yeşil Yol hikaye kalır. Yarım saat sonra döndük, evet orası imiş. Eşyaları yüklenip tekrar aşağı yürüdük. Sularla falan çok zor oldu. Neyse eziyetli kısa yürüyüşün sonunda 1 gibi odaya girebildik.
Oda küçücük ve 6 kişilikti. 3 tane ranza ve bir de sehpa vardı. Normalinde 2 kişi daha vardı ama odanın tamamını kiralamak istediğimizi söyledik. Diğer 2 kişi de çıkıyormuş odadan neyse ki, yoksa çok zor olacaktı, hareket edecek eşya koyacak yer bile yok.
Eşyaları odaya atıp üst kata kafeye çıktık. Burada yemek, su, bira, kola her şey var. Lagman çorbası, çay içtik. 3 e kadar filan oturup sohbet ettik, kitap okuduk, ortama adapte olmaya çalıştık. Bu arada bizim Cheget'e çıktığımız gün buradaki fırtınada 3'ü İtalyan biri Polonya'lı 4 dağcı kötü havada kaybolmuş, hala bulunamamışlar. Bu haber biraz moralleri bozdu.
Dağ açtı bir ara sonunda görebildik ikiz zirveleri :) Uçakta beraber geldiğimiz Türk ekiplerden birisi ile karşılaştık eski barrellerin orada. Biraz sohbet ettik onlarla, barelin içine baktık. Açıkçası barreller hostelden daha iyiydi, pişman olduk hosteli tercih ettiğimiz için. Barellerde kalmak daha mantıklı imiş, ücreti de daha uygunmuş.
Odaya gelip çantaları boşalttık, yerleştik. Sonra makarna yaptık, afiyetle yedik.
Saat 6 buçuk gibi yine kafeye çıktık ve kitap okuduk. Dağ epey kalabalık. 8 gibi yatışa geçtik. Üst katta birileri yürüyor ve konuşma sesleri geliyor ne yazık ki. Çadırda olmayı isterdik şu anda ya da daha yalıtılmış bir ortam olan barreller de olabilirdi. Daha ferahmış onlar. Yan odadaki kadınlar acayip gürültü yaptılar, uyuyamadık. Sonra da horlama sesleri.
18.08.2015 Salı
Sabah 5 gibi kalktık. Hava tamamen açık, dağ pırıl pırıl önümüzde idi ve muhteşemdi.. Kahvaltıda otelde yaptırdığımız çöreklerden, peynir, zeytin, ekmek yedik. Bugünkü amacımız Pashtukov Kayalıklarına (4700 mt civarı) kadar çıkıp aklimatize olmaktı.
Barrellerden hemen sonra buzul başlıyor. 7 de kramponları takıp yükselmeye başladık. Dua ettik umarız bizim zirve günümüzde de böyle olur diye. Tamamen açıktı hava tek bir bulut bile yoktu. Ama hava tahminlerine göre bugünden sonra yine bozacak gibi görünüyordu.
Neredeyse 5000 mt ye kadar kar araçları yol açmışlar; uzaktan çok net görünüyordu otoban gibi. Bu araçlar paletleriyle buzulları devamlı aşındırıp parçalayarak ciddi şekilde erimelerine yol açıyor. Buzulda acayip çatlaklar vardı ve bazılarının üzeri kar araçları geçtikten sonra kapanıyor. Biraz tehlikeli görünüyor bu durum, özellikle hava kötü olduğunda.
Hava açık olduğu için yukarıdaki bir sürü ekibi görebiliyorduk. Resmen dağdaki herkes dağa hücum etmişti bugün. Birkaç gündür ilk defa açmıştı hava. Sıra sıra küçük siyah noktalar peşi sıra dağda dizilmişti. Bazı ekipler ise biz kayalıklara ulaştığımızda geri dönüşe geçmişti bile. Kayalıklarda bir şeyler yedik.
4.650 mt ye kadar çıktık 10 buçuk gibi. Neredeyse 1.000 metre yükselmişiz bugün. Biraz daha yükselmeye çalıştık ama hava çok esmeye başlamıştı. Kaz tüyü eldivenleri takana kadar donduk bir anda resmen. 11 buçuk gibi geri dönüşe geçtik. Hava ısındığı için özellikle alt taraflarda buzul üzerinde dereler oluşmuştu. 1 buçukta aşağıda idik. İnerken dün konuştuğumuz Türk ekipten biri ile karşılaştık. Zirve yapmışlar, tebrik ettik bir yandan da çok kıskandık onları bu güzel havayı yakaladıkları için.
Kafede oturup çorba, pilav yedik, çay içtik (3 pilav, 1 lagman, 1 ekmek). Hava kapadı, rüzgar arttı. Bu arada 2 gün önce kaybolan 4 dağcının 3'ünün cesedinin bulunduğu haberi geldi. 1 tanesi hala kayıp. Moralimizi bozmamaya çalıştık. Sonra yarın için motive olmaya çalışarak zirve için çantaları hazırladık. Pansiyonun sahibi Azamat bize bir kar aracı ayarladı. Onunla da yarı Türkçe yarı İngilizce anlaştık. Kendisi tam bıçkın delikanlı. Burada 5.000 metre civarlarına kadar kar aracı kiralıyor tüm ekipler. Bu dağda sistem bu. Araçsız çıkan çok az sayıda grup var. Kamp alanından zirveye kadar neredeyse 2.000 metre irtifa var dağın da yayvanlığı düşünülürse buradan direkt yürüyerek zirve yapıp geri dönmek 16-18 saat civarında sürüyor. Bu dağda geç kalmayı kimse istemez. Bu nedenle biz de araç kiralamaya karar verdik. Bazı ekipler de kampı bir üste Pruit'in oraya taşıyıp 2. bir kamp atıyorlar. Yüksekliğe uyumunuz yeterli değilse araçla hızlı çıkmak büyük risk, çünkü 1.000 metre irtifayı yarım saatte alıyorsunuz. Bu konuda biz ekip olarak bir sıkıntı yaşayacağımızı düşünmedik. Gece 3'te aracın bizi alması için anlaştık.
Bu arada hemen hemen tüm ekiplerde, bizim diğer Türk gruplar da dahil olmak üzere rehber vardı, rehbersiz hareket edecek tek grup bizdik. Elbruz'un istatistiksel olarak en ölümcül dağlardan biri olduğunu öğrendik. Her sene en az 10 kişi hayatını kaybediyormuş bu dağda. Hadi hayırlısı.
Odada sohbet ettik. Erkenden yattık. Bugünkü havayı kaçırdığımız için çok üzüldük. Bu gece bakalım nasıl olacak diye merak ederek uykuya daldık.
19.08.2015 Çarşamba
Gece 2 de kalktık. İnanılmaz bir rüzgar vardı, hava kapalıydı, gökyüzü ve yıldızlar görünmüyordu. Buna rağmen biz tüm hazırlıklarımızı yaptık, emniyet kemerlerimizi taktık, kramponlarımızı elimize aldık dışarı çıktık. Ancak dışarıda ısırıcı bir soğuk ve aşırı rüzgar vardı. Zifiri bir karanlıkta ortamda hiçbir şey görünmüyordu.
Dışarıda araç sahibini beklerken, yan odadaki Brezilyalılar'ın Rus rehberi (sonradan manipülatör ismini taktığımız adam) de uyanmış dışarı çıkmıştı. Siz manyak mısınız, ne yapıyorsunuz modunda bir bakış attıktan sonra "bu havada çıkmayın, hava çok kötü, dondurucu bir soğuk var, yukarıda rüzgar buradakinin iki katı olacak, çıksanız da zirveyi yapamazsınız. 2 gün önce ölen dağcılar da benzer havada çıkmışlardı" v.b. olumsuz laflarla tüm motivasyonumuzu alt üst etti.
Bir süre ne yapacağımızı düşündük. Harekete geçen bir ekip, bir kafa lambası ışığı, hiç bir şey yoktu. Araç, dün akşamdan ayarlanmıştı, 5.000 mt ye çıkaracaktı bizi. Kar aracının yanına götürecek olan kamyon da gelmişti. Diğer Türk ekibe ne yapacaklarını sormaya barellere gittik. Onlar da kararsızdı. Onların rehberi vardı, birilerinin geri dönme isteği olması ihtimaline karşın. Biraz bekleyelim, 3 'te değil, 4'de çıkalım dedik. 4'e kadar tekrar uyuyamadık, giyinik vaziyette endişeli bekleyişle geçti. Havada hiçbir değişiklik olmadı, hatta daha kötüye gidiyordu. Epey gidip geldik, konuştuk. Zirveye giden kimse de yoktu. Bizim manipülatör tekrar bizi ikna etmeye çalıştı "bu gün hiç kimsenin çıkmadığını, kendisinin burada yıllardır rehberlik yaptığını" söyleyerek bizi ikna etti. Nihayetinde gitmeme kararını aldık ve yattık. Kar aracının sahibi vazgeçtiğimiz için bizden parayı yine de istedi, bir süre pazarlık ettikten sonra bir kişilik ücret olan 5000 rubleyi vermek zorunda kaldık. Gözümüz parayı da görmüyordu açıkçası tam bir hayal kırıklığı...
Sağa sola döne döne, uyur uyanık bir şekilde tekrar sabahı ettik. Erkenden kalktık, kahvaltı yaptık. Tekrar motivasyonumuzu toplayarak bu akşam zirveyi tekrar denemeye karar verdik.
Akşama kadar vakit geçirmemiz gerekiyordu. Kafeye çıktık biraz. Hava biraz açtı sabah. Zirveyi deneyen birkaç kişinin de zirve sırtında 100 km'ye varan rüzgardan çok zorlandığını ve geri döndüğünü öğrendik. Azamat ve bizim manipülatör havanın çok kötü olduğunu gitmemekle iyi ettiğimizi söylediler. Neyse ki bir çılgınlık yapmadık diye düşündük. Morallerimiz yerine geldi, zirveyi 1 gün erteledik sadece diye düşündük. Ortamda konuşulanlara göre yarın daha iyi bir hava bekleniyordu. Kalan tüm ekipler gece yola çıkacaktı.
Akşam kafede otururken manipülatör, Portekizli 4 kişinin bizimle gelip gelemeyeceklerini sordu, olur dedik. Portekizliler de gün gece çıkmamışlar ve rehberleri dün için anlaştıklarını söyleyerek bugün götüremeyeceğini söylemiş. Dağa çıkmamasına rağmen parasını da almış. Portekizliler, rehbersiz gittiğimizi öğrenip bizi gözlerine kestirdiler herhalde ki bizimle gelmek istediler. Halbuki buraya biz de ilk defa geliyorduk. Çok düşünmeden "Olur" dedik ve birlikte hareket etmeye karar verdik. Aracı tekrar ayarlamamız gerekiyordu zaten. Biraz onlarla sohbet ettik, iyi insanlardı. Bir tanesi (adının Luis olduğunu öğrendik sonra :) ) sürekli bira içiyordu, Kazbek yapıp gelmiş, "helal olsun" dedik. Meğerse aynı uçakla gelmişiz ve aynı uçakla dönüyormuşuz onlarla. Onlar da bizim programı izlemişler, belki cumayı da kullanırız diye düşünüyorlardı. Sonra bizimle bu akşam denemeye kesin karar verdiler. Sonradan iyi dost olduk.
Akşam gün batarken gökyüzü inanılmazdı. Böyle renkleri en son Island Peak denememizde görmüştük. "Gökyüzü böyle olunca ertesi gün fırtına çıkar!" diye dalga geçtik.. :)
Akşam yemeğini kafede yedik. 4 pilav, kola, 4 sahanda yumurta ve 2 salata. Erkenden, herhalde akşam 7 gibi yattık. Çok heyecanlı idik. Hava serin ama açıktı gece.
20.08.2015 Perşembe
Gece 2 de uyandık. Emniyet kemerleri, tozluklar hazırlık töreni tamamlandı. 3 te diğer ekiple birlikte hazırdık.
Ama kamyon şoförü yoktu ortalıkta. Yukarıda, yolda başka bir kamyon vardı başka bir ekibi alan. Onun yanına gittim ve bizim şoförü sordum. Adam birini aradı ve neyse geldi bizim şoför de. 3 çeyrekte kamyona bindik. (Kramponlarla rahat binilebilsin diye kamyonu yüksek bir yere yanaştırıyorlar. Biz bunu bilmediğimiz için takmamıştık kramponları.) 10 dk sonra falan kar araçlarının bulunduğu alanda idik. Kramponları takıp kar aracına bindik. Hava yine kapalı gibiydi, yıldızlar görünmüyordu ama rüzgar düne göre biraz daha az gibiydi fakat asıl endişelendiren şey geceyi gün gibi ağartan karşılardan bir yerden çakan şimşeklerdi.
Yaklaşık 1 saat sonra güneşin doğmasına 15-20 dk kala, 5.000 mt civarında indik araçtan. Hava acayip rüzgarlı idi. Aşağıda hava açık gibi görünmekle birlikte 4500 mt den sonra bulutun içine girdik ve rüzgar daha da arttı. Kar aracı bile rüzgardan sallanıyordu. Dondurucu soğuk başladı, titriyorduk. Önce kol saatime baktım üstü tamamen buzdu, GPS'i açmıştım onun da pilleri donduğu için kapanmış hemen kaz tüyü montumun iç cebine soktum. 5.000 mt civarında bir anda üzerimizdeki her şey buz tuttu ve kırağı kaplandı montlarımız, kasklarımız. (Bu arada burada kimse kask kullanmıyor.) Yukarı çıktıkça eğim de arttı, traktör römorku gibi olan aracın arkasında herkes arkadakilere doğru kayıyordu. Civcivler gibiydik, birbirimize iyice sokulup ısınıyorduk bu şekilde :) Selda çok üşümüştü. Ayakları uyuşmaya başlamıştı şimdiden ve bacakları donmuştu. Kiraladığı pantolon hiçbir işe yaramamış, soğuk, olduğu gibi içine girmişti. Araçtan inip biraz açığa yürüdü ve rüzgarı denedi. Bir anda sendeledi, savruldu açıkta. Hemen dönmeye karar verdi. El kol işaretleri ile bize anlatmaya çalıştı. Sesi duyulmuyordu hem kar aracının sesi hem de rüzgardan. Çok üzüldüm emin misin diye sordum birkaç kere. Selda da çok üzülmüş ama çok doğru bir karar verdiğini sonradan anladık. Güneş doğacak birazdan dedim, rüzgar biraz daha az olsa belki ama çok kötüydü hava ve o donmak üzereydi.
Can'dan odanın anahtarını alıp Selda'yı çıktığımız kar aracıyla geri yolladık. Bu arada çıkan ekiplerin bazıları da hiç başlamadan araçlarla geri döndüler.
Sis, rüzgar ve soğuk içimizi acıtsa ve de bizi endişenlendirse de gidebileceğimiz yere kadar gitme kararı aldık. Ben, Can ve Mesut ağır ağır sert karda yükselmeye başladık. Kramponlarımızın buzdaki gıcırtısı ve yerdeki karı süpüren rüzgarın uğultusu dışında bir ses yoktu. Önümüzde rehberli bir grup görüyorduk, arkamızdan da Portekizli'ler geliyordu. Bu şekilde ilerledik bir süre. Tüm kıyafetlerimiz buz tutmuş, elektronik eşyalarımız donmuş, kasklarımızın etrafında sarkıtlar oluşmuştu. Bir ara kısa bir mola verdiğimizde çantama astığım kol saatimin ekranındaki buzu kazıdım ve termometresi -15 'i gösteriyordu. Rüzgarı da hesaba katarsak herhalde hissedilen bir -20 vardı.
2 saat kadar sonsuzluk içinde yükseldik, neyse ki burada insanların kaybolmamaları için belli aralıklarla bayraklar koymuşlar, sonsuz beyazlığı bir tek bu bayraklar bozuyordu. Yükselirken arkamızdan 2 kişilik bir grup resmen koşarak bizi geçtiler, nasıl yürüyor bunlar diye içimizden geçirdik. Saddle denen düzlüğe ulaşmadan Portekizliler dönme kararı aldılar, bizim devam edeceğimizi duyunca da hayli şaşırdılar. Birbirimize şans dileyip vedalaştık.
VİDEO: Rüzgar ve siste yükseliyoruz.
Bir süre sonra önümüzdeki rehberli grup da geri döndü. Şimdi önümüzde kimse kalmamıştı ya da biz göremiyorduk. 5.200 metre civarlarında saddle denen iki zirvenin arasındaki düzlük alana ulaşmıştık. Saat de 07.30 olmuştu. İyi bir tempo ile gelmiştik. Hava hala çok kötüydü, sisten hiç bir şey görünmüyordu. Bu arada daha önce çıkışta yanımızdan koşar adım bizi geçen 2 kişi yine koşar adım aşağı iniyordu. Bizi görünce durdular. Adamlar, hafta başında hayatlarını kaybeden 4 dağcıdan henüz izine ulaşılamayan İtalyan dağcıyı aramaya çıkan Elbruz arama kurtarma ekibiymiş. Bu havada devam etmemin imkansız olduğunu 3 gün önce ölenlerin de aynı havada kaybolduklarını, devam etme kararının bizim olduğunu ama kendi riskimizi kendimizin alacağını söylediler. Ve bizden uzaklaşırlarken neye karar verirseniz verin asla rotayı kaybetmeyin deyip sis içerisinde kayboldular.
Şimdi dağ ve biz baş başa kalmıştık, yarım saat kadar ne yapacağımızı tartıştık. Mantık olarak dönmemiz gerekiyordu ama içimiz de elvermiyordu. Yarım saat bekledik hava açar belki diye ama açmadı. Sonra dönme kararı aldık. Tam dönmeye başlamış birkaç adım geri gitmiştik ki, dağdaki bulutlar mucizevi bir şekilde dağıldı. Sis çekildi, nerede olduğumuzu net görebildik. Son zirve yamacı önümüzde duruyordu. Bu arada zirve yamacında yükselen bir grup daha gördük, hava da açtı diye düşünerek tekrar vazgeçip tırmanmaya devam ettik. Ancak sevincimiz birkaç dakika sürdü. Yamacı tırmanmaya başlamışken tekrar sis kapladı, rüzgar hızını daha da artırdı. Artık şiddetli rüzgarın kesileceği birkaç saniyeyi bekliyor, kesildiği anda 3-5 adım atıp, sonra kazmayı yere saplayarak çömeliyorduk. Ayakta durmak imkansızdı. Bir süre böyle yükseldik.
5.300 metreyi aşmıştık. Fakat ilerlemek çok zordu, tekrar dönme kararı aldık ve çıktığımız yamacı geri saddle'a kadar indik. Bu sefer de dönüşte tek başına bir adam gördük şaşkın şaşkın baktık dağa çıkmaya çalışıyordu. Pek dağcıya da benzemiyordu. Bu adam çıkıyorsa biz de çıkarız deyip indiğimiz yükseltiyi tekrar geri çıkmaya başladık. Bu in-çıklar bizi hem bedenen hem de zihinsel yıpratmıştı ama biz de inat edip vazgeçmiyorduk. Zirve sırtına doğru yükseldik, yükseldikçe rüzgar şiddetini daha da artırdı. Bu arada hava kısa süreliğine açtığında gördüğümüz 7-8 kişilik grup da dönme karar almışlardı sanırım, yanımızdan alçalıp gittiler. Şimdi dağda o tek başına çıkıp giden adam ve biz kalmıştık. Hadi o deliydi diyelim peki biz neydik? Bu şekilde düşe kalka yükselip sabit hatlara ulaştık. Birkaç kere rüzgardan savrulduk ve kazmalarla durduk. Bir keresinde de Mesut sabit hatta rüzgardan uçmuş ve sabit hatta bağlı olduğu için durabilmiş. Saat de 10.30'a geliyordu.
VİDEO: 5.550 metrelerde "Renk ve Dans"
Aşağı son teleferik 17.00'de. Hava düzelmiyor, hatta daha da şiddetleniyordu. Bu sefer 2. sabit hat yakınlarında kesin olarak dönmeye karar verdik. İrtifa 5.550 metreyi gösteriyordu. Sadece 90 metre var ama bu irtifa, bu havada en az 1 saatte alınır. Bütün gün boyunca dayağını yediğimiz Elbruz'a yenik düşmüştük. Oldukça direndik, mücadele ettik ama sonuçta kazanan dağ oldu her zamanki gibi.
Dönüş yorgunluk ve moral bozukluğu. Bitmeyen yol. Ağzımızı bıçak açmadı inerken. Buraları nasıl çıktık diye düşündük. İnişimiz tatsız ama sorunsuz geçti. Neredeyse hiç durmadan yürüdük. Saat 14.00 gibi kampımıza döndük.
Tabi Selda çok endişelenmiş hatta kamp civarındaki herkes çok endişelenmiş. 15:00'e kadar dönmeseymişiz arama kurtarma çıkacakmış. Çünkü dağda kalan son ekip bizmişiz, herkes dönmüş. O, tek başına çıkan adama ne oldu bilmiyoruz. Soranı, edeni, arayanı da olmadı. Acaba bir halüsinasyon mu gördük diye düşünmeden edemiyorum.
Bu bölümü aşağıda endişeyle bizi bekleyen Selda anlatıyor;
"Aşağı doğru inerken güneş doğuyordu. Kar aracı acayipti. Çatlaklardan geçerken öndeki paleti çatlağın sonrasına koyup, kendini yükseltip sonra paletleri ile geçiyordu. Kayalıkların altına geldiğimizde hava açıldı (yukarıda değil ama) ama rüzgar şiddetliydi yine. Yarım saat sonra odada idim. Hemen uyku tulumuna girdim, ayaklarımı hissetmiyordum, titriyordum.
Uyandığımda saat kaçtı bilmiyorum. Saatim yok ve telefonun saati kafayı yedi. Ayaklarım hala ısınmamıştı. Dağın tepesi fırtına bulutu ile kaplıydı ve rüzgarın hala şiddetli olduğu bulutların hareketinden anlaşılıyordu. Kar araçlarının park yerine doğru yürüdüm ve havanın açılması için dua ettim, ama pek açılacak gibi görünmüyordu. Odaya dönüp çantamı topladım.
Bir odaya gidip kitap okuyarak, bir dışarı çıkarak vakit geçirmeye çalıştım. Yan odadakiler de geldiler bir süre sonra. Yine çok gürültü yapıyorlardı, ben de açtım müziğimi. Sonra manipülatör ve iyi bir sporcu olduğu anlaşılan kız da geri döndüler. Kız çok üzgündü. Bizimkilerden bir haber yoktu hala.
Güneş kremi bende kalmış, umarım Mesut yanına almıştır diye düşündüm. Sıcak su da bende kalmıştı. Umarım onlardaki su yeter.. Çok mutsuzdum...
Kafede saati öğrendim.. Saat 12 ye 10 var.. Hava iyice kötüleşti ve soğudu. Kapkara bulutlar dağı tamamen kapladı, bulutlar neredeyse kampa kadar geldi. Kitap okumaya çalışıyorum, müzik dinleyip oyun oynuyorum. Kaça kadar beklemeyelim bilmiyordum. Biraz güneş açsa ve en azından parkuru görebilsem rahatlayacaktım.
Saat 1 buçuk olduğunda hala dönmemişlerdi. Biraz panik yapmaya başlamıştım. Tam o sırada Portekizli'lerden Luis i gördüm. Biz 5300 den döndük, onlar devam ettiler dedi. İyice panik oldum. Meraktan çatlayacaktım, kafenin sahibine söyledim. Gelmemiş olurlarsa 3 te kar aracı göndeririz, bekleyelim dedi. Başım ağrıyordu, birisi bir şey derse ağlayacak durumdaydım.
2 ye doğru yoldan yukarı doğru yürümeye başladım. Tam kar araçlarının oraya geldiğimde onların da buzulun sonuna geldiklerini gördüm. Zaten üst tarafı görünmüyordu dağın. Hemen oraya doğru gittim onlar kramponları ile uğraşırken. Önder'e sarıldım, Can love story i söylüyordu bu arada. :)) Tam 2 de geldiler çok şükür.
Odaya gelip eşyaları toparladık, yorulmuşlardı. Rüzgardan iyi dayak yemişler. Zirvenin 90 mt altından falan dönmüşler ne yazık ki. Neyse bu sene kısmet olmadı."
***
Hesabı kapatıp dönüş yoluna düştük. Telesiyej çalışıyordu, ama rüzgarlıydı Selda binmek istemedi ben de ona eşlik ettim. Mir istasyonuna yürüdük. Can ve Mesut bindiler telesiyeje. Telesiyej 100 ruble idi. Otobüsü de beklemedik o da 300 ruble. Yürümek bedava :) Mir’den eski fünikülere bindik, kalabalıktı. Sonra da ikincisine. Tekrar yeşili görmek çok güzeldi. Kaç gündür beyaz ve siyah görüyoruz sadece. Yolun yarısında durdu araç. 15 dk falan öylece asılı kaldık.
Otele geldik, duş alıp Rahat’a gittik. Beraber Terskol'e geldiğimiz Türk ekip de oradaydı. Biralarımız da geldi. Rahat'ta rahat rahat içebiliriz artık :).. Bir de zirveyi kutlayabilseydik. :( Kafalar hafif çakırkeyif otele dönüp sızdık. Yorulmuşuz.
(Yukarı 6 tane 5 litrelik ve 4 tanede 1,5 litrelik su götürdük. 4 güne tam yetti. Kafede su satılıyormuş gerçi 1,5 lt 100 ruble ve 5 lt 250 ruble) Bir de yemeklerde buzul suyunu kullanıyorlar. Kaldığımız hostelde gaz, ocak ve akşamları elektrik vardı. )
Sık kullandığımız Rusça kelimeler:
Çıtıri – 4 (dört kişi olduğumuz için bir tek bu rakamı öğrenebildik)
Sipasiva – Teşekkürler
Vody – Su
Haroşa – Güzel
Piriviyet – Merhaba
Davay davay – hadi hadi gibi bir şey
BÜTÜN FAALİYET BOYUNCA VE DANS.. VE RENK MOTTOMUZ OLDU :)))
21.08.2015 Cuma
Güya erken kalkmayacaktık, ama Selda 6 da filan uyanmış pencereden Elbruz'u izliyordu. Hava pırıl pırıl açık görünüyordu. Ama 15 dk sonra kapadı dağ yine, oh be deyip uyumaya devam ettik hava açsa daha da üzülecektik. 7 gibi kalkıp eşyaları topladık ve kahvaltıya geçtik. Diğer Türk ekip de geldi. Yanlarında peynir ve zeytin getirmişler, bize de ikram ettiler, çok güzel geldi. Oh özlemişiz zeytin peynir olayını.
Cheget tarafına gittik tekrar burası gerçekten Terskol'dan çok daha güzel. Mangalda et yapan bi yere (KOGUTAY) gittik. Bizim Portekizlilerin oradan kalktığını gördük sohbet ettik ayak üstü. Süper bir yer burada oturun dediler gerçekten de hayatımızda yediğimiz en lezzetli etleri burada yedik, abartılı büyüklükte etler hemen restoran yanındaki mangalda pişiriliyordu. Patlayacak kadar yedik. Fiyatlar da gayet makuldü. Buralara gelen herkes bu restoranda et yemeli.
Yine otelin ayarladığı araçla Mineralyne Vody Havalimanına gittik. Gerisi biraz burukluk, biraz yorgunluk biraz buraya tekrar ne zaman geliriz planları içinde dönüş. Tekrar geleceğimiz kesin ama ne zaman bilinmez.
Havalimanında Portekizli arkadaşlarımızla tekrar karşılaştık. Yine aynı uçakla Türkiye'ye döndük. Luis (Selda ile aramızdaki beyaz saçlı olan) dağevinde de sürekli içmişti. Havalimanında da sırt çantasında bir şişe viski unutmuş ve doğal olarak 2. kontrolden içeri almamışlar. O da yazık olur atmayayım diye birkaç dakika içinde bir şişe viskiyi kafaya dikmiş. Yanımıza geldiğinde sallanıyordu ve sürekli gülüyordu. Uçak kalkana kadar çok eğlendik, burukluğumuz bir nebze olsun azaldı. :)
Fiyat Bilgileri:
Araç fiyatı (Mineraly Vody-Terskol) : 600 Ruble x 10 kişi
Oda fiyatı: 2500 Ruble / gün
Ayrıca erken giriş yaptığımız için : 250 ruble/ kişi
Kahvaltı : 250 ruble / kişi (Kahvaltı dahil değilmiş)
Bakkal alışverişi: 2000 ruble
Terskol otelden Azau teleferiğe taksi: 400 ruble
Azau dan - Mir istasyonuna çıkış teleferik ücreti (2 hat): 500 ruble / kişi
Mirden Garabashiye araç : 300 ruble/ kişi
Garabashi hostel : 1200 ruble / kişi (6 kişilik odada 4 kişi kaldık) (oda fiyatı 4800 ruble idi) x 3 gece
Kar aracı: 5000 ruble / kişi
Malzeme kiralama fiyatları:
Plastik bot: 450 ruble
Kazma: 150
Kar gözlüğü: 200
Krampon: 200
Kaz tüyü mont: 450
Goretex pantolon: 350 vb ( en yüksek fiyat 450 ruble)
Elbruz Dağı'na İlişkin Kısa Notlar;
Elbruz'un klasik rotadan tırmanışı çok zor değil fakat uzun bir rota sayılabilir ve fiziksel dayanıklılık ve iyi bir aklimatizasyon isteyen bir rota.
Elbruz, dengesiz ve kötü havasıyla meşhur bir dağ. Bu nedenle hava ne kadar iyi görünürse görünsün, her an bir tipi, sis, kar yağışı, fırtına ile karşılaşma ihtimaline hazırlıklı olunmalı. Oldukça da soğuk bir dağ olduğunu belirtmeden geçmeyelim.
Bizde yoktu ama etrafımızdaki birçok kişide rehber vardı. Siz de resmi bir rehber almayı düşünürseniz direkt barel bölgesinden bulabilirsiniz.
Elbruz nerede?
Elbruz Dağı, Rusya'nın Kabardino-Balkarya Özerk Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan aslında Kafkas Dağ bölgesinde bulunan bir dağdır. Yazının başında da belirttiğimiz gibi, Kabardino-Balkarya, Rusya sınırları içerisinde ama aslında direkt Gürcistan sınırında, Rusya'nın güneybatı ucuna sıkışmış, küçük, dağlık bir bölge diyebiliriz. Moskova'ya falan da çok uzak, hatta Türkiye'ye daha yakın bile diyebiliriz. Zaten Rusya çok büyük bir ülke.
Havanın açık olduğu bir günde Kaçkar Zirvesi'nden göründüğü söyleniyor ama ne kadar doğru bilemiyorum.
Buraya yakın olan (bizim de gittiğimiz) Mineralnye Vody Havalimanı'na Türkiye'den direkt uçaklar var. Ayrıca bir diğer yakın şehir olan Nalçik'e de gelebilirsiniz.
Ne zaman çıkılmalı?
Eğer bizim gibi yaz tırmanışı yapmak istiyorsanız. Temmuz ve Ağustos ayları ideal olacaktır. Haziran ve Eylül aylarında da başarılı tırmanışlar yapılabilir fakat bu dönemde taze kar yağışı gözlemlenebilir, hava da dengesizdir.
Elbruz'a kış tırmanışları da yapılabilmektedir fakat bu tip dağlara kış tırmanışı yapmak sadece tecrübeli ekiplerin yapabileceği, çok zorlu ekstrem bir faaliyettir.
Elbruz zor bir dağ mı?
Zorluk kavramı tabii ki çok değişken ve göreceli bir kavramdır. Örneğin çok zorlu zirvelerin bulunduğu And Dağları'ndaki Nevado Pisco zirvesi, etraftaki diğer dağlara göre kıyaslandığında "kolay" diye bilinen bir dağdır. Ya da Island Peak, etrafında Everest, Lhotse, Nuptse, Ama Dablam gibi dağlar bulunması sebebiyle "trekking zirvesi" adını alır fakat hiç de öyle olmadığını yazılarımızı okuyarak anlayabilirsiniz. Bu nedenle zorluk kavramını ancak kıyasla ifade etmek mümkündür.
Fakat diğer taraftan kolay bir dağ diye de geçiştirmek doğru değildir. Amatör dağcılar için belli bir zorluk seviyesine sahip bir dağdır. Hatta bizim gibi rehbersiz, kendiniz çıkacaksanız, mutlaka önceden belli bir dağ tecrübeniz, dağcılık eğitiminiz olması ve belli dağcılık teknikleri (ip düğümleri, krampon kullanımı, ip birliği v.b.) ile ilgili bilgi sahibi olmanız gerekir. Rehber eşliğinde tırmanacaksanız işin teknik kısmını rehber halledecektir.
Elbruz Dağı'nı teknik açıdan zor bir dağ olarak değerlendirmek mümkün olmasa da çıktığımız başka 5.000'likler; Nevado Pisco, Cotopaxi Dağları'na göre kolay, Ağrı Dağı, Demavend, Kilimanjaro gibi dağlara göre daha zor bir dağdır. Kazbek Dağı ile zorluk derecesi hemen hemen aynı diyebiliriz.
Ayrıca 5.000 metreyi aşan yüksekliği ile yüksek irtifa etkilerinin hissedildiği bir dağdır. Yüksek İrtifa etkileri ve yüksekliğe uyum için yazımızı buradan tıklayarak okuyabilirsiniz. Tırmanış boyunca dayanıklılık, zihin açıklığı ve dikkat çok önemli olduğundan mutlak suretle yüksekliğe uyumun (aklimatizasyon) tam olması gerekir. Ayrıca eğer bizim gibi barel bölgesinden (3.650 m) başlayacaksanız zirveye (5.642 m) kadar 1 günde 2.000 metre irtifa alacaksınız. Bu da yüksek bir dağda oldukça zorlayıcı bir durumdur.
Diğer taraftan Elbruz, çok çok soğuk bir dağ olarak ün yapmıştır. Ölüm oranı da azımsanmayacak kadar çoktur. Her sene 10-15 kişinin türlü türlü sebeple hayatını kaybettiği bilinmektedir. Bizim gittiğimiz dönemde de 4 dağcı hayatını kaybetmişti.
Tüm dağlarda olduğu gibi Elbruz da hafife alınmamalıdır.
Rehber şart mı?
Elbruz için rehber bulundurmak zorunlu değildir. Biz de tırmanışımızı dört kişilik ekibimizle rehbersiz olarak gerçekleştirdik. Öncesinde dağ ve rota ile ilgili geniş bir hazırlık yapmıştık ve problem yaşamadan faaliyeti tamamladık. Dağa çıkışta da göreceksiniz ki bir çok ekip rehberli olarak bu dağa tırmanmaktadır. Gerçi bu ekiplerin çoğu tecrübesiz ya da dağcı olmayan kişiler. Ya da tecrübeli olsalar dahi Elbruz'un kötü ün yapmış havası nedeniyle dağda sisin ve fırtınanın içinde kaybolmak istemiyorlar.
Eğer tecrübe ve bilginize güveniyorsanız rehbersiz çıkabilirsiniz fakat böyle bir dağcılık geçmişiniz ya da yüksek irtifa faaliyetiniz yoksa rehberli bir tura da dahil olabilirsiniz. Elbruz dağına herhangi bir dağcılık geçmişi olmayan kişiler de rehberler ya da eşliğinde tırmanış yapmaktadırlar.
Hangi teknik malzemeler .gerekli?
Genel dağcılık yüksek irtifa kıyafet ve malzemelerine ek olarak aşağıdaki teknik malzemelerin de bulundurulması gerekir. Elbruz soğuk bir dağ olduğundan, yaz faaliyetinde bile kış dağcılığı kıyafetleriyle gelinmesi gerekir.
Eğer çadır kamplı yapacaksanız tabii ki çadır, uyku tulumu, mat ve diğer kamp malzemeleriniz de yanınızda olmalı. Rehber eşliğinde tırmanacaksınız, teknik malzemeleri rehber getirecektir. Ya da bu malzemelerin Terskol kasabasındaki dükkanlardan kiralanması mümkündür.
Buz kazması
Krampon (otomatik tercih edilmeli)
Emniyet Kemeri
Kask
Dağcılık ipi
Yardımcı ip (prusik ipi)
Gerekli durumlar için Buz vidası, sekizli, karabina ve perlonlar
İyi yalıtımlı ya da plastik bir dağ botu, krampona uyumlu
Comments